Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin Avrupa bütünleşmesine büyük katkı sağlayacağı, ekonomik bir dev olan AB'yi siyasi ve askeri alanda da güçlendireceği Batılı ülkelerin de kabul ettiği bir gerçek.


 

Türkiye ile AB arasında tam üyelik müzakereleri, 3 Ekim 2005’te başladı. Katılım müzakerelerinin üzerinden 18 yıl geçmiş durumda.

 

Kocaeli Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger’e göre, Türkiye’nin yakın bir dönemde AB’ye üye olarak katılıp katılmayacağı belirsizliğini koruyor. Avrupa Parlamentosunun (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan Türkiye raporunun AP'de görüşülmesi esnasında tam üyelik müzakerelerinin sonlandırılması teklifi reddedildi. Buna karşılık raporda müzakerelerin canlanmasına ilişkin bir hüküm de yok. Parlamentonun kabul ettiği karar ikili ilişkilerin enstantane fotoğrafını çekmeyi amaçlayan ve bağlayıcılığı olmayan bir metindir.

 

ANKARA ANLAŞMASI'NDAN MÜZAKERE SÜRECİNE İKİLİ İLİŞKİLER

 

Türkiye, 2. Dünya Savaşı’nın ardından ulusal çıkarlarını daha güçlü biçimde korumak için Batı merkezli uluslararası örgütlere katılma çabası içerisindeydi. Nitekim Türkiye, Avrupa kıtasında siyasi işbirliği öngören Avrupa Konseyine kuruluşundan kısa bir süre sonra üye oldu. Ardından 1949 yılında kurulan NATO’ya Yunanistan ile eş zamanlı olarak 1952 yılında katıldı ve Adnan Menderes hükümeti döneminde de Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) tam üyelik başvurusu yaptı. 31 Temmuz 1959’da yapılan başvuru esas alınarak Türkiye ile AET arasında 12 Eylül 1963’de Ankara Anlaşması imzalandı. Anlaşma’nın 28. Maddesi çok açıktır: Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirmesi halinde AET’ye tam üye olarak katılabilecektir.

 

Bir ortaklık anlaşması olan Ankara Anlaşması, AET’ye katılım için hazırlık, geçiş ve nihai dönem olmak üzere 3 aşama öngörüyordu. 1970’de Katma Protokolün kabulü ile birlikte Türkiye-AET ortaklığı 2. Aşamaya geçti. Geçiş döneminde bir yandan tedrici olarak taraflar arasında gümrük birliği tesis edilmesi, öte yandan Türkiye’nin kaydedilen ilerlemeye bağlı olarak AET ile ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerini geliştirmesi öngörülüyordu.

 

1973 Arap-İsrail Savaşı’nın ardından petrol ambargosu, Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında gündeme gelen ambargo ve siyasi istikrarsızlık gibi sebeplerle Türkiye bu dönemde yükümlülüklerini yerine getirmekte gecikmeler yaşadı. Türkiye ile AET arasında 12 Eylül darbesinden sonra dondurulan ilişkiler ancak 1980’lerin 2. Yarısında yeniden başlayabildi. Bu dönemdeki en önemli gelişme, 14 Nisan 1987’de AET’ye yapılan tam üyelik başvurusuydu.

 

AET, Türkiye’nin başvurusuna 2 sene sonra cevap vererek önceliklerinin genişleme değil “Ortak Pazar”ın kurulması olduğunu söyledi. Bu kararda da net biçimde görüleceği üzere iki kutuplu sistemin yıkılmasının arifesinde Avrupa bütünleşmesinin öncelikleri değişti ve Varşova Paktı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve eski Yugoslavya ardılı devletlerin AET’ye katılımı gündeme geldi. Bu arada 1992 Maastricht Anlaşması ile bütünleşmenin adı Avrupa Birliği (AB) olarak değiştirildi. Türkiye’ye karşı ayrımcılık AB döneminde de devam etti. 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde komünist kökenli ülkeler aday ilan edilirken Türkiye dışlandı. En sonunda AB, 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’yi de aday ilan etti.

 

Bu kararın ardından Anayasa ve temel yasalarda kapsamlı reformlar yapıldı ve tüm bu gelişmelerin sonucunda 3 Ekim 2005’de AB’ye katılım müzakereleri başladı. Diğer ülkelerle aynı koşullarda üyelik taahhüt edilmiş olmasına rağmen Müzakere Çerçeve Belgesi adlı yol haritası Türkiye’nin müzakere sürecini güçleştirdi. Söz konusu belgedeki en büyük zorluk, 35 başlığın açılması ve kapanmasında tüm üye devletlerin oybirliği kuralının getirilmiş olmasıdır. Tarama sürecinin hemen ardından AB Bakanlar Konseyi, Kıbrıs sorununu bahane ederek 8 müzakere başlığını askıya aldı. Kısa bir süre sonra da Fransa 5 ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de 6 müzakere başlığına blokaj uyguladı. Fransa’da iktidar değişikliğinin ardından blokaj ortadan kalksa dahi diğer ülkelerde devam ettiğinden tam üyelik müzakerelerinde ilerleme mümkün olmadı.

 

AB 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün ardından bir yandan Türkiye’nin terörle mücadele operasyonlarını eleştirirken öte yandan da yeni müzakere başlığı açılmasını engelledi. İçinde bulunduğumuz an itibarıyla 35 müzakere başlığından 16’sı açılabilmiş durumda. AB ile tam üyelik müzakereleri günümüzde hukuken devam etse de fiilen durmuş vaziyettedir.

 

TEMEL SORUNLAR

 

Türkiye ile AB arasında ikili ilişkilerin yavaş seyretmesinin ve gecikmelerin en önemli sebebi AB’nin Türkiye konusundaki kaygılarıdır. İlişkilerin en başından günümüze Türkiye’ye karşı her aşamada ön yargılı davranılmış ve ayrımcılık uygulanmıştır. Türkiye’nin birliğe üyeliğinin Avrupa bütünleşmesine büyük katkı sağlayacağı, ekonomik bir dev olan AB’yi siyasi ve askeri alanda da güçlendireceği Batılı ülkelerin de kabul ettiği bir gerçektir. Buna rağmen AB ülkeleri Türkiye konusunda kendi aralarında bir görüş birliği sağlayamıyor.

 

Ayrıca, Avrupa bütünleşmesinin yaşadığı sıkıntılar da Türkiye-AB ilişkilerine olumsuz yansıdı. 2004 yılında 10 ülkenin, 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın AB’ye katılımı Avrupa bütünleşmesindeki dengeleri önemli ölçüde sarstı. Yeni üyelikler sonucunda bir yandan refah toplumu göstergelerinde geriye gitmeler yaşandı. Öte yandan anayasanın 2005 yılında reddedilmesi bütünleşmede fetret devrine yol açtı. 2008 ekonomik krizi sonucunda avro bölgesindeki ülkelerin göstergeleri Maastricht kriterlerinin gerisinde kaldı. Arap Baharı sonrası Avrupa'ya mülteci akını, Brexit ve ardından gelen Kovid-19 salgını Avrupa bütünleşmesinde duraklamanın uzamasına neden oldu. Türkiye hakkındaki ön yargılara ilave olarak yaşanan tüm bu gelişmeler ikili ilişkileri olumsuz yönde etkiledi. Ayrıca AB üyesi ülkelerde ekonomik sıkıntıların artması ve mülteci akını popülist, yabancı düşmanı ve ırkçı siyasi partilerin güçlenmesine yol açtı. Bu durum da Türkiye ile ilişkilere olumsuz yansıdı.

 

2016 yılından beri Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin gündemi tam üyelik dışında kalan konulardır. Bunların başında Türkiye, Yunanistan ve GKRY arasındaki deniz yetki alanları ihtilafı geliyor. AB, bir ulus üstü örgüt olmasına ve görev tanımı kapsamında yer almamasına rağmen, deniz yetki alanları anlaşmazlığında Yunanistan ve GKRY tezlerini destekliyor. İki taraf arasında çözüm bekleyen diğer sorunlar ise Türk vatandaşlarına Şengen bölgesinde 90 gün süreli vize muafiyeti, Gümrük Birliğinin günün koşullarına uyarlanması ve mülteci anlaşmasıdır.

 

İLİŞKİLERİN GELECEĞİ

 

AB, Türkiye ile müzakerelerin yeniden canlandırılmasına mesafeli bir yaklaşım içinde. Türkiye’de 28 Mayıs 2023’te yapılan seçimlerin ardından AB Bakanlar Konseyi tarafından Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’e ikili ilişkiler hakkında yol haritası işlevi görecek bir rapor hazırlama görevi verildi. Bu raporun ekim ayında açıklanması bekleniyor.

 

AP kararı ve diğer emareler, AB’nin Türkiye’den reform beklentisi içinde olduğunu gösteriyor. Mevcut koşullarda en güçlü ihtimal Türkiye-AB ilişkilerinin tam üyeliğin türevi niteliğinde yeni bir yapılanma hedefine yönelmesidir. Bununla birlikte ilişkilerin Ukrayna-Rusya savaşı benzeri bir gelişmeden etkilenerek hızlı bir şekilde tam üyelik hedefine yönelmesi ihtimali de varlığını koruyor. Yeni anayasa hazırlıkları esnasında yapılacak reformlar Türkiye’nin AB bağlantısını daha ileri aşamaya taşıyabilir. Tam üyelik olmasa bile ona çok yakın bir aşama önümüzdeki dönemde gündeme gelebilir. Çünkü AB bütünleşmesi, içinde bulunduğumuz dönemde aynı zamanda kendi gelecek senaryolarını tartışıyor. Bu senaryolar arasında yer alan en güçlü seçenek iç içe geçen halkalar sistemidir. Bu senaryo esas alındığı takdirde, Türkiye’nin en dış kulvardan sistemin merkezine yönelmesi mümkün görünüyor.

 

Netice olarak tam üyelik müzakerelerinin 18. yılında Türkiye-AB ilişkilerinde mevcut dengeler değişmediği müddetçe tünelin ucunda bir ışık gözükmüyor. Bununla birlikte, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından ortaya atılan Avrupa Siyasi Topluluğu projesi Türkiye’nin AB içindeki statüsünü güçlendirip daha ileri aşamaya taşıyabilir.

04 Ekim 2023 Çarşamba

Çin’in, Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yatırımı 2023’te yüzde 16 artarak 1.3 milyar dolara ulaştı. Bu rakam, Asya ülkelerinin Arap ülkelerinde yaptığı yatırımın yüzde 60’ına karşılık geliyor.

 

NECMİ UYSAL

 

Çin ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında artan ekonomik ilişkilere paralel olarak Çin’in BAE’deki yatırımları 2023 yılında yüzde 16 artış ile 1.3 milyar dolara yükseldi. 

 

TOPLAM YATIRIMIN YÜZDE 60’I

 

Bu rakam tüm Asya ülkelerinin Arap ülkelerinde yaptıkları toplam yatırımın yüzde 60’ına karşılık geliyor.

 

BAE’NİN ÇİN’DEKİ YATIRIMLARI YÜZDE 120 ARTTI

 

Diğer taraftan Birleşik Arap Emirlikleri’nin Çin’deki yatırımları ise geçtiğimiz yıl yüzde 120 artış gösterirken, Arap ülkelerinin Çin’de yaptıkları yatırımların yüzde 90’ına karşılı geliyor. 

 

PETROLE BAĞIMLILIKTAN KURTULMA ÇABASI

 

Birleşik Arap Emirlikleri de Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi ekonomisini petrole bağımlılıktan kurtarıp çeşitlendirmeye çalışıyor. 

 

Bu kapsamda Çin ile BAE arasındaki karşılıklı ekonomik ilişkiler artış gösterme eğiliminde. 

 

EN BÜYÜK İHRACAT PAZARI

 

Nitekim BAE, Çin’in Arap ülkeleri arasındaki en büyük ikinci ticaret ortağı olurken, aynı zamanda en büyük ihracat pazarı konumunda. 

 

Diğer taraftan BAE, 2023 yılında doğrudan yabancı yatırım pazarında aktif proje bakımından 1.277 proje ve 23 milyar dolarlık yatırım ile dünyada üçüncü sırada bulunuyor.

 

Geçtiğimiz yıl körfez yatırım fonu ise Çin’de 2.3 milyar dolarlık yatırım gerçekleştirdi.

17 Mayıs 2024 Cuma

Merkezi Fransa'nın Strazburg kentinde bulunan Avrupa Konseyi, yapay zekayla ilgili ilk uluslararası sözleşmeyi kabul etti.


Kuruluşunun 75. yılını kutlayan Avrupa Konseyine 46 üye devletin dışişleri bakanları, yıllık toplantıları kapsamında Strazburg'da bir araya geldi.

 

Avrupa Konseyinden yapılan açıklamaya göre, üye ülkelerin dışişleri bakanları, Konsey'in çevre, göç, insan kaçakçılığı ve gazetecilerin korunması dahil farklı alanlarda gelecekte izleyeceği yolu belirledi.

 

Bakanlar, yapay zekaya ilişkin ilk uluslararası sözleşmeyi kabul etti. Sözleşmenin imza faslı eylülde Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta başlayacak.

 

Hukuki bağlayıcılığı olan sözleşme, yapay zekaya başvurulurken uluslararası insan hakları, demokrasi ve hukuk devletine yönelik hukuki düzenlemelere uyulduğunu garanti altına almayı amaçlıyor.

 

Sözleşmeye üye devletlerin, yapay zeka sistemlerinin kullanımı sırasında insan hakları düzenlemeleriyle aykırı riskleri belirlemeye, ölçmeye ve önlemeye yönelik önlemler alması gerekecek.

 

Üye devletlerden ayrıca, yapay zeka sistemlerinin eşitlik ilkesine, ayrımcılık yasağına uymasını ve özel hayatı korumasını sağlaması isteniyor.

 

Bu arada, Ukrayna'nın desteklerini ifade eden bakanlar, toplantıda bu ülke için "Hasar Kaydı" mekanizmasının önemini de kaydetti.

 

Söz konusu mekanizma kapsamında Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında Ukrayna topraklarında oluşan hasarların tazminat taleplerine ilişkin kanıt ve bilgiler toplanıyor.

 

Bakanlar, Ukraynalı çocukların korunması ve "kaçırılan Ukraynalı" çocukların geri getirilmesi için atılan adımları memnuniyetle karşıladıklarını belirtti.

 

Toplantıda, 2025'te gençlik bakanlarını bir araya getiren bir konferans düzenlenmesi kararlaştırıldı.

 

BAKANLAR KOMİTESİ BAŞKANLIĞINI LİTVANYA DEVRALDI

 

Toplantı kapsamında Liechtenstein, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Başkanlığı görevini Litvanya'ya devretti.

 

Litvanya Başbakanı İngrida Simonyte, ülkesinin Bakanlar Komitesi Başkanlığı dönemindeki öncelikleri hakkında bilgi verdi.

 

Buna göre, Litvanya'nın öncelikli görevleri arasında Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında Ukrayna'yı desteklemek, Reykjavik Zirvesi'nde alınan kararları uygulamak, otoriterliğe karşı Konsey'in değerlerini korumak, demokrasiyi, insan haklarını ve üye devletlerde hukuk devletini savunmak yer alacak.

17 Mayıs 2024 Cuma