Portekiz'deki sol hükümet, haftada 4 gün çalışma pilot uygulamasına 100 kadar şirkette başlandığını duyurdu.


 

Çalışma, Sosyal Güvenlik ve Dayanışma Bakanı Ana Mendes Godinho, 5 Haziran itibarıyla yürürlüğe giren kararname gereği, işverenlere ve gönüllü olarak katılmak isteyen işçilere yönelik olarak, maaşları etkilemeden haftalık çalışmanın 4 güne indirilmesi uygulamasının başlandığını kaydetti.

 

Bakanlıktan verilen bilgilerde, haftalık çalışma saatlerinin 40'tan 32'ye indirilmesini içeren haftada 4 gün çalışma pilot uygulamasına 100 kadar şirketin katıldığı, toplamda 350 bin avro tutacak bu programla ilgili bütçenin İstihdam ve Mesleki Eğitim Enstitüsü tarafından karşılanacağı bildirildi.

 

Pilot programa katılan şirketler, haftada 4 gün çalışma uygulamasının öncesinde, sırasında ve sonrasında şirket ve personel ile ilgili verimlilik, ara maliyetler, çalışanların refahı gibi konulardaki bilgilerini bakanlık ile paylaşarak bir rapor hazırlayacak.

 

Portekiz hükümeti, pilot programa katılan şirketleri ve çalışanları alacakları kararlarda özgür bırakırken herhangi bir avantaj veya sübvansiyon vermiyor.

 

Avrupa'da özellikle Kovid-19 salgını sonrası gündeme gelen haftada 4 gün çalışma uygulamasına ilk başlayan ülkelerden biri Kasım 2022'de Belçika olmuştu.

 

İsveç ve Finlandiya gibi bazı kuzey Avrupa ülkeleri de bu programları denerken, İspanya bu yıl başında 41 endüstri şirketinde haftada 4 gün çalışma denemelerine başlamıştı.

 

Ancak İspanya'daki uygulamada hükümet, şirketleri katılıma teşvik etmek için 200 bin avroya kadar yardım yapıyor.

 

Portekiz, haftada 4 gün çalışma uygulamasını farklı sektörlerde denerken, İspanya'da bunun tüm sektörler için geçerli olup olmayacağı tartışmaları ise devam ediyor.

05 Haziran 2023 Pazartesi

ABD, Japonya ve Filipinler arasındaki son güvenlik zirvesi, Çin tarafından bir tür çevreleme ve baskılama stratejisi olarak okunsa da aslında ABD’nin başını çektiği bölgesel güvenlik mimarisinin bir ayağıdır.


 

Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi Dr. Kadir Temiz, Japonya-Filipinler-ABD üçlüsünün Güney Çin Denizi’nde artan işbirliğinin Asya-Pasifik’teki dengeler için ne anlama geldiğini kaleme aldı.

 

Uluslararası sistem, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana belki de ilk defa birbirinden farklı coğrafyalarda seyreden küresel güç rekabetinin ciddi yansımalarına şahit oluyor. Orta Doğu ve Ukrayna’dan sonra Asya Pasifik de artık adı yavaş yavaş belli olmaya başlayan, ciddi bir gerilim atmosferine girdi. Ancak diğer gerilim alanlarından farklı olarak Asya Pasifik bölgesinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Japonya gibi anlaşma müttefikleri yavaş adımlarla bölgesel güvenlik mimarisi kuruyor. Tabii ki Çin gibi büyük bir aktörün bu mimarinin neresinde yer alacağı ve bu mimarinin bizatihi sebebinin Çin’den hissedilen tehdit olduğu gibi hususlar da tartışma konuları arasında yer alıyor.

 

ABD, JAPONYA VE FİLİPİNLER ARASINDAKİ GÜVENLİK ZİRVESİ

 

Tartışmalar sürerken 11 Nisan 2024 tarihinde ABD Başkanı Joe Biden, Japonya Başbakanı Kişida Fumio ve Filipinler Başkanı Ferdinand Marcos Jr., üçlü güvenlik zirvesi gerçekleştirdi. Zirve ilk olmasının yanı sıra ABD’nin Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD) ve AUKUS ile oluşturduğu Asya Pasifik güvenlik mimarisinin bir devamı niteliğinde olması açısından önem taşıyor. Ayrıca zirve sonucunda, Japonya ve Filipinler bölgesel kriz alanlarındaki tehdit önceliklerini de açık bir şekilde ilan etti.

 

ABD, Japonya ve Filipinler arasındaki son güvenlik zirvesi, Çin tarafından bir tür çevreleme ve baskılama stratejisi olarak okunsa da aslında ABD’nin başını çektiği bölgesel güvenlik mimarisinin bir ayağıdır. Genel çerçevede QUAD ve AUKUS’u da hesaba kattığımızda Doğu Asya güvenliği de Avustralya’dan Hindistan ve Japonya’ya kadar uzanan bir jeopolitik hatta yerleşmiş oluyor. Peki bu hamle ABD-Çin rekabeti ve bölgesel düzen açısından ne anlama geliyor?

 

Öncelikle ABD bu hamleyle anlaşma müttefikleri olan Japonya ve Filipinler’le ilişkisini yeniden tahkim etti. İki ülke ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Asya Pasifik stratejisinin en önemli iki aktörü olarak farklı bağlamlarda da olsa ABD ile varoluşsal bir ilişki geliştirdi. Bu da ister istemez iki ülkenin siyasal ve ekonomik sistemini ABD ile yakın bir çizgiye getirdi. Çin’in yükselişiyle her iki ülkenin değişen siyasi ve ekonomik öncelikleri oldu. Ancak son güvenlik zirvesi ile eski Japonya Başbakanı Abe Şinzo ve eski Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte gibi önceki dönemlerin aksine artık 2 ülke de daha net pozisyon alarak bölgesel güvenliğin yanı sıra siyasi ve ekonomik işbirliği açısından da ABD ile aynı pozisyonda olduklarını ilan etti.

 

ÇİN’İ DENGELEME STRATEJİSİ

 

İkinci olarak bölgesel düzen ve kriz alanları için bu ittifak Çin’e açık bir mesaj olarak okunabilir. Hem Japonya hem Filipinler açısından yakın deniz bölgelerindeki ulusal çıkarlarını ve bölgesel düzeni tehdit eden ortak aktör, Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Japonya ile Çin arasında Senkaku/Diaoyu Adası ve Doğu Çin Denizi gibi egemenlik sorunlarına ek olarak Kuzey Kore nükleer sorunu halen en önemli ihtilaf konusudur.

 

Diğer yandan Çin’in Filipinler ile Güney Çin Denizi’nde yaşadığı anlaşmazlıklar son dönemlerde iki ülke arasındaki temel kriz alanlarından birini oluşturuyor. 2012 yılında Hollanda'nın Lahey kentindeki uluslararası mahkemenin Filipinler lehine verdiği karara tarihsel argümanlarla karşı çıkan Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki tek taraflı uygulamalarına karşı Filipinler ulusal egemenlik hakları kapsamında gördüğü adaları savunmaya devam ediyor.

 

Üçlü güvenlik zirvesi ABD-Çin rekabeti açısından önemli bir kırılmayı gösteriyor. ABD’nin yeniden tahkim edilmiş sert bir ittifak sistemi ile Çin’i dengelediği söylenebilir. Yapılan ittifak, ABD-Çin rekabetinin Asya Pasifik güvenlik mimarisindeki en önemli ihtilafı olan Tayvan sorunu açısından ABD’nin elini güçlendirdi. Nitekim Japonya ve Filipinler de olası bir Tayvan müdahalesinde yakın coğrafyalarındaki çatışma ve potansiyel savaş tehlikesine karşı ABD ile yakınlaşıyor.

 

Üçlü güvenlik zirvesi bir yandan Çin’in dengelendiği ve ABD’nin ittifaklarını tahkim ettiği bir sonuç ortaya çıkarsa da diğer yandan bölge ülkeleri açısından ciddi bir belirsizliği de ortaya çıkarıyor. Örneğin, Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) üyesi olan Filipinler, güvenlik politikası açısından ASEAN'ın söylem ve pratiğinin dışına çıkıyor. Bu çerçevede ASEAN üyesi ülkelerin nasıl bir pozisyon alacağı da bu yeni güvenlik mimarisinin kaderini belirleyecektir.

 

Çin açısından yalnızlaşma ve diğer Asya pasifik ülkelerinin de Filipinler’i takip ederek ABD ile yakınlaşması en kötü senaryolardan biridir. Bu sebeple Çin’in Filipinler’e yönelik dış politikasında bir nebze sertleşme beklenebilir. Diğer yandan ABD’nin bölgeye yönelik müdahalesini eleştiren Çin’in alternatif bir dengeleme politikası uygulaması da ihtimaller dahilindedir. Nitekim 2021 yılında yürürlüğe giren Kapsamlı Bölgesel ve Ekonomik Ortaklık (RCEP) ve Kuşak ve Yol Girişimi gibi ekonomik kalkınma öncelikli ortaklık teklifleri bölge ülkeleri açısından daha cazip olabilir. Ancak bölgenin güvenlikleşmesi Çin’in ekonomi öncelikli dış politika hamlelerini de zayıflatacaktır.

 

Sonuç olarak Asya Pasifik dengeleri ciddi anlamda dönüşürken bu dönüşümün dünyanın diğer bölgelerinden bağımsız bir dönüşüm olmayacağı da ortadadır. ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın son Çin ziyaretinde açıkça görüldüğü üzere ABD’nin bölgede Çin tehdidini merkeze alan güvenlik mimarisi Asya Pasifik’teki bölgesel güvenliğin yanı sıra Çin’in Ukrayna savaşında Rusya, Orta Doğu’da İran ve Doğu Asya’da Kuzey Kore ile ilişkilerine de verilmiş bir yanıt olarak okunabilir.

01 Mayıs 2024 Çarşamba

Yunanistan, İyon ve Adalar Denizi'nde kurmak istediği 2 deniz parkıyla çevreci görünmeyi ve Adalar Denizi’nde hakimiyetini artırmayı hedefliyor.


 

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Soyalp Tamçelik, Yunanistan’ın İyon ve Adalar (Ege) Denizlerinde kurmak istediği deniz parklarını ve bu durumun Türk-Yunan ilişkisine vereceği zararı kaleme aldı.

 

Atina'da 16-17 Nisan'da 9'uncusu gerçekleştirilen Okyanusumuz Konferansı'nın (OOC) temel amacı, denizlerin korunması ve sürdürülebilir yönetimin sağlanmasıdır. Ancak konferans, sunulan öneriler, teklif edilen projeler ve alınan kararlarla Yunanistan’ın egemenlik hukukunun ihyası ve politik çıkarlarının gerçekleştirilmesi gösterisine dönüştü.

 

DENİZ PARKI İLAN EDİLMESİ PLANLANAN BÖLGELER NEREDE?

 

Yunan hükümeti, denizlerdeki doğal kaynakları korumak ve ekonomik büyümeyi sağlamak amacıyla yasal, teknik ve siyasi önlemlerin alınması gerektiğini belirtiyor. Ancak Yunanistan'ın, bu kararları alabilmesi için ilgili bölgelerde egemen devletmiş gibi davranması gerekir ve bu bölgelerde müesses nizam tesis etmek isteyen Yunanistan, Adalar Denizi’nde hukuki dayanağı olmayan fiili durum yaratmak istiyor.

 

Yunanistan, Okyanusumuz Konferansı'nda 2 büyük proje önerdi. Bu projeler çerçevesinde, biyolojik çeşitliliği ve deniz ekolojisini korumak amacıyla biri İyon Denizi’nde, diğeri de Adalar Denizi’nde olmak üzere 2 deniz parkı ilan edeceğini açıkladı. Bu yöntemle Yunanistan, çevreci görünmeyi ve Adalar Denizi’nde hakimiyetini artırmayı hedefliyor.

 

Adalar Denizi’nde ilan edilecek deniz parkının yeri resmi olarak açıklanmasa da Yunan basınına göre ilki Milos Adası’nın (Değirmenlik) batısından Nisiros Adası’na (İncirli) kadar uzanan ve 11 ada ile adacığı kapsayan bölümün 3 bin milkare olduğu belirtildi. Bu bölüm, Adalar Denizi’nin güneyinden başlayıp güneydoğu istikametinde devam eden, Batı Anadolu’da Datça yarımadasının karşısına kadar uzanan bir mevkiyi kapsıyor. İkinci kısmın ise İyon Denizi’nde yer alan Kefalonya Adası’nın kuzeyinden başlayıp Kithira (Çuha) ve Antikythera (Sikliye) adalarına  kadar uzandığı ve 5 bin milkareden fazlasına tekabül ettiği belirtiliyor. Yunanistan’ın Çevre ve Enerjiden Sorumlu Bakanı Theodoros Skylakakis, bu bölgelerin ulusal park hüviyetini taşıyacağını ve önümüzdeki yılın başında da yasallaşacağını belirtti. 

 

Konuyla ilgili Helen Çukuru denen bölge, Helen Yayı’na paralel olarak Helen Dağları, İyon Adaları, Girit, Rodos, Dinarid ve Helenid dağlarının yayılım hattından güneybatı istikametinde Türkiye’ye uzanıyor ve Toros Dağları’na bağlanıyor. 

 

Buna göre Yunanistan'ın, İyon adalarının dışsal sınırından başlayarak Girit ve Rodos adalarının dışsal sınırına uzanması, devamında Batı Anadolu’nun kıyı şeridine kadar gelmesi ve bu hat üzerinde muhtelif zamanlarda ve mekanlarda farklı deniz parkı inşa etmesi mümkün olabilecektir. Projenin gerçekleşmesiyle beraber Yunanistan, daha önce elde edemediklerini bu şekilde ekolojik sistemin koruyucusu sıfatıyla elde edebileceğini düşünüyor.

 

BU ADIM TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNE ZARAR VERİR Mİ?

Ankara Yunanistan'ın planlarına tepki göstererek, Yunanistan’ın egemenliği tartışmalı gri bölgelerde deniz parkı kurarak sorunları karmaşık hale getirdiğini belirtti.

 

Yunanistan'ın deniz parkının ilkini İyon Denizi’ndeki adaların dışsal sınırından başlatması Avrupa Birliği (AB) açısından bir sorun teşkil etmeyecektir. Ancak Adalar Denizi’nde Girit, Rodos ve Batı Anadolu hattının dışsal sınırı üzerindeki bulunacak deniz parklarının kurulması ve Türkiye’yle yaşanması muhtemel gerginlikte aynı durum geçerli değildir ve AB’nin bu süreçte tarafsız olması mümkün değildir.

 

Yunanistan’ın fiili durum yaratarak Türk-Yunan dostluğuna zarar verdiği açıktır. Yunan Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetritis, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan "Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Hakkında Atina Bildirgesi"yle iki ülkenin temel tezlerinden vazgeçmediğini Ege Denizi'nde deniz parkı ilan etmenin egemenlik haklarının kullanımıyla ilgili olduğunu ve bu durumun tartışılamayacağını belirtmesi dikkat çekicidir.

 

Üstelik bu durumda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de çevreci gerekçelerle Kıbrıs’ın çevresinde, özellikle de Baf açıklarında deniz parkı sahaları ilan etmeyi gündeme getirebilir. Buna göre Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki deniz parklarının koruma sahaları bir düzlemde bileşirse ve koruma kalkanı adı altına yeni bir güvenlik konsepti kurulursa nelerin yaşanabileceğini düşünmek hiç de zor değildir. Zira uluslararası hukukta deniz parklarının ilanı bir tür deniz koruma alanı olarak kabul ediliyor. Yunanistan’ın bu adımı, bu bölgelerde hukuki düzenlemeler yapabileceği ve denetim icra edebileceği manasına geliyor.

 

Atina’nın ilan ettiği deniz parklarıyla böyle bir güce sahibi olması demek, Yunanistan’ın Adalar Denizi’nde yeni durum ihdas etmesi, oldubitti yaratması ve egemenlik iddia etmesi demek olacaktır. Nitekim Yunanistan’ın 2030 yılına kadar deniz koruma alanlarında dip trolü avcılığını yasaklayacak olması da bundandır.

 

Sonuç olarak denebilir ki, Yunanistan’la Türkiye arasında deniz parkları zemininde kurulacak diyalog Adalar Denizi kadar Doğu Akdeniz’in geleceği açısından da önemlidir. Dolayısıyla Türk-Yunan halklarının yakınlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde Yunan siyasal karar alıcıların ilişkileri zorlayıcı karar alması doğru değildir.

 

Bu konuya dikkati çeken Türk Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan’ın deniz parkı bahanesiyle kurulmak istenen güven duygusunu istismar ettiğini, uluslararası anlaşmalarla egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıkların statüsünü değiştirmeye çalıştığını ve yaratılmak istenen fiili durumun kabul edilmeyeceğini belirtti. Yunan Dışişleri Bakanlığından konuya ilişkin yapılan açıklamada ise “Türk Dışişleri Bakanlığının bu duyurusu, çevresel bir konuyu siyasallaştırma” olarak tanımlandı. Buradan da anlaşıldığı üzere Yunanistan, çevre sorunlarını ulusal ve jeopolitik çıkarları için kullanabilecek konumdadır. Türk-Yunan ilişkilerinin normalleşmesi için güven artırıcı önlemlerin alındığı bir dönemde, bu süreci akamete uğratmak hiç kimsenin yararına olmayacaktır.

01 Mayıs 2024 Çarşamba