Çekiç ve çivi ile zarafeti işleyen Nihal Baykara ve milimetrik fırçaları ile sanatını ‘sırlayan’ Ersen Şeker, sanatın icra eden kişiyi bizzat seçtiğini düşünüyor. Sanat ve sanatçının yolculuğunun tesadüfi olmadığını düşünen usta isimler, “Size dokunan sanatın; üzerinizde izler bırakmasına izin verirseniz, sizi iyilikle demlendirecek bir yolculuğa çıkabilirsiniz” tespitinde bulunuyor.
ŞEHİR DEĞİŞTİRDİM
Hünkar Kasrı’nın bu ayki konuklarından filografi sanatçısı Nihal Baykara, icra ettiği sanat için İstanbul’dan Bursa’ya taşınmış. Baykara, “Üstadım Saim Devrilmez’le tanıştıktan sonra bir yıl kadar öğrencisi olmak için bekledim. Kendisinden kabul alma nasibine eriştikten sonra onun Bursa’da olması sebebiyle ben de Bursa’ya taşındım” diyor. Baykara, sanat yolculuğunu şekillendiren süreci şöyle özetliyor: “Hocam yaşı nedeniyle ders vermediğini, beni başka değerli üstatlara yönlendirmek istediğini söyledi. Ancak kendisinden el almayı o kadar çok istiyordum ki, uzun bir bekleyişten sonra beni öğrencisi olarak kabul edince duyduğum heyecanı tarif etmem mümkün değil. Sanatta bir üstadın dizinin dibinde oturmanın sağladığı kazanımlar çok başka.”
GÜRÜLTÜ DUYMUYORUM
Sergide birbirinden farklı onlarca eserini sanatseverlerin beğenisine sunan Baykara, filografinin yapım sürecinin dışardan bakınca çok da zarif görünmediğini ifade ediyor. Baykara, “En nihayetinde çekiç, çivi ve tel var. Bunlar tamir malzemeleri gibi geliyor kulağa. Tüm bunlarla çok zarif eserler oluşturuyorsunuz” diyor. Baykara, filografinin ayrıca çok gürültülü bir sanat olduğunu hatırlatarak, “Ancak inanır mısınız ben hiç gürültü duymuyorum. O ses bana huzur veriyor. Bu sanatı icra eden kişi tam tersi o seslerle sessizliğine dönüyor. Her şeyi unutup, iç dünyanıza odaklanabiliyorsunuz” diye ekliyor.
HER ŞEYİN SIRASI VAR
Sergide çini eserleriyle gönülleri şenlendiren çini sanatçısı Ersen Şeker de sanat yolculuğuna 50 yaşından sonra başlamış. “Hayatta her şeyin sırası var. Geç kaldım diye düşünmemek lazım” diyen Şeker, çini sanatına tesadüf gibi görünse de aslında sonradan farkettiği bir ihtiyaçla başladığını ifade ediyor. “Resim sanatına çok merakım vardı. Ancak kendimi çini sanatının tam ortasında buldum ve iyi ki de bulmuşum” diyen Şeker, bu sanata adım atışını şöyle anlatıyor:
“Çocuklarıma ve kendime ait sorumluluklarımı hallettikten sonra üniversite sınavına girerek Seramik Cam ve Çinicilik Bölümü’nü kazandım. İki yıl boyunca sabahtan akşama kadar atölyede çiniye ait ne varsa öğrenme fırsatım oldu.”
HASTALIKLARIM İYİLEŞTİ
Eğitimimden sonra usta öğreticilik belgesi de aldığını söyleyen Şeker, öğrenci yetiştirmenin yaşattığı mutluluğun tarif edilemeyeceğini söyleyerek, sanatın sağlığına kazandırdıklarını ise şöyle anlatıyor: “Üniversitede hocalarım, arkadaşlarım hepsi benden küçüktü. Her dönem benim gibi öğrenciler oluyormuş. Eğitim sürecimde ve sonrasında çininin hayatıma yaptığı en büyük dokunuşlardan biri romatizmal hastalıklarımın tedavisi oldu. Ellerimi bu hastalık sebebiyle doğru düzgün kullanamazken incecik fırçalarla incecik dokunuşları yapabilir hale geldim. Çini, hem ruhen hem bedenen bana şifa oldu. Şu an tüm dünyam bu sanat ve gördüğüm her şey ilham oluyor.”