Türkiye, milli egemenliğinden ‘münhasır ekonomik bölgeleri’ne, bölücü terörle mücadeleden FETÖ urunu içinden söküp atan adımlara, ekonomik, siyasi ve askeri gücünü perçinleyecek sayısız ‘milli-yerli’ projeye, çok yönlü ve çok katmanlı bir beka mücadelesini en etkili şekilde sürdürüyor. Bu çok yönlü, çok katmanlı mücadeleyi, halkımızın destansı duruşu, birlik-beraberlik becerisinin de sağladığı olağanüstü destekle yürütürken, başta ABD, küresel güçlerin sebep olduğu bölgesel travmaları, kışkırtmaları da bertaraf etmeye çalışıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, kara toprağına, denizlerine, hava ve uzaydaki egemenlik haklarına, yer altı zenginliklerine bu derece hakim olabildiği stratejiler oluşturuyor; G20 ülkelerini şaşırtan hamleler yapıyor. Dünya ekonomisi küresel finans krizinden bu yana daha yeni toparlanabilirken, Gezi, 17-25 ve 15 Temmuz hain darbe girişimine rağmen, dünyada tamamlanabilen 10 mega projenin 6’sına tek başına imza atıyor; dev enerji projeleri gerçekleştiriyor; Akdeniz’de ilk kez deniz sondajı hamlesi yapıyor.
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatıyla, 5 bin kilometre çapında bir alanda, bölgesinin kaderini değiştirecek ‘oyun kurucu’ ülkesi olarak, Mehmetçiğimizle destan yazıyor. Ve bu esnada Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde, henüz Ada’da bir kalıcı barış tesis edilmemişken, ABD’li ve İtalyan şirketleriyle sondaj yapmaya kalktığında, siyasi ve askeri gücünü ortaya koyarak, buna izin vermeyeceğini açıkça gösteriyor. ABD ne yapıyor; uluslararası hukuku çiğneyerek, Rockefeller’ın Exxon Mobil’i tartışmalı bölgede sondaj yapsın diye 6. Filo’yu Akdeniz’e yönlendiriyor. 6. Filo yoldayken de uluslararası derecelendirme kuruluşu Moody’s’den, bir anda, Türkiye’nin derecelendirme notunu indirdiğine dair açıklama geliyor. Skandal skandal üzerine. Moody’s hangi mantıkla, AB ile tam üyelik müzakeresi yürüten Türkiye’yi Avrupa Bölgesi’nden çıkarıyor?
Siyasi operasyonla, canı istediğinde, Türkiye’nin notunu indirebilmek için mi? Türk Hazinesi Cumhuriyet tarihinin en iyi performansını ortaya koyarken, Türk tahvillerinin geri ödeme performansı ve kamu borcunun sürdürülebilirliği konusunda hiçbir sıkıntı yokken, Türkiye uluslararası takdir görürken, büyüme rekoru kırarken, not indiriminin teknik bir gerekçesi olabilir mi? Daha da büyük skandal, devletin FETÖ ile mücadelesine ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yönelik akıllara zarar, hadsiz yorumlar. Laf da şu: ‘Kurumların direncindeki süregelen kayıp’. Demek istiyor ki, ‘Merkez Bankası reel sektörü, büyümeyi, istihdamı destekleyici para politikası izlemeyecekti. Kendi hükümetine direnecekti. Kafa tutacaktı. TCMB kafa tutmadığı için notu indirdim’. Bundan daha büyük bir skandal, hadsizlik, saygısızlık, yerini bilmezlik bilmiyorum. Moody’s’in değerlendirmesini ciddiye alanın aklından, samimiyetinden şüphe duyarım.
TİCARET SAVAŞININ KAZANANI OLMAZ
ABD Başkanı Trump, göreve geldiği günden bu yana, küresel ekonomi-politik sistemin oturmuş kurallarına aykırı açıklama ve adımlarıyla sistemin sınırlarını zorlamayı sürdürüyor. Son olarak, geçtiğimiz hafta ithal demir-çelik ve alüminyum ürünlerine getirmeyi hedeflediğini açıkladığı ağır gümrük vergileri, ‘Pandoranın Kutusu’nu açmak misali, uluslararası ekonomi çevrelerinde tartışmaları alevlendirmiş durumda. Trump, ‘ABD’yi yeniden güçlü kılmak’ şiarıyla, kendisinden önceki Beyaz Saray yönetimlerinin yıllardır imza attığı ticaret anlaşmalarından ABD şirketleri ve istihdamının hep dost ve düşmana karşı kaybeden taraf olduğunu, ülkenin demir-çelik ve alüminyum sektörlerini kaybettiklerini belirterek; artık değişim zamanı olduğuna işaret ediyor. 2008 küresel finans krizinden bu yana geçen neredeyse 10 yılda, ABD, AB, Japonya ve Çin gibi küresel rekabette önemli ağırlığı olan ülkeler arasında, merkez bankalarının genişletilmiş para politikaları üzerinden bir kur savaşı yaşandığı aşikar.
Şimdi süreç, ‘kur savaşları’ndan ‘ticaret savaşları’na sıçramış durumda. Ancak, Trump’ın temel sorunu, uluslararası ticari anlaşmalardan olumsuz yönde etkilenen sektörleri olduğu kadar, olumlu yönde etkilenen sektörleri de olduğu gerçeği. Aralarında Türkiye’nin de yer aldığı G20 ülkeleri için, uluslararası ticari anlaşmalar zorluklar kadar fırsatları da içeriyor. Olumsuz yönde etkilenen sektörler kadar olumlu yönde etkilenen şirketler de ülkenin milli firmaları ve onların çalışanları da ülkenin vatandaşları. Bu nedenle, bir grup sektör ve firmayı koruyayım derken, aynı ülkenin başka firmalarına zarar vermek ne kadar adil ve anayasal? Kaldı ki, ülkenin toplam ihtiyacına yetecek kadar üretim yapamayan sektör ve firmaları bu tür yüksek gümrük duvarları ile korumak, ithalatı pahalandırmasının yanı sıra, yerli firmaları kısa sürede şımartıp, ürünlerine yüksek zam yaptırmaya özendirerek, ülkeye maliyet enflasyonu olarak geri dönüyor. ABD’li firmalar, petrol ve doğalgaz hatları için gereken çelik boruları üretemez iken, Trump ABD’li petrol firmalarının lobisini ve Dünya Ticaret Örgütü’nü karşısına alabilecek mi?
12 Mart 2018 Pazartesi