tatil-sepeti

Tarihte ilk defa bir içeceğe somut olmayan kültürel miras payesi verilmesine vesile olan Türk kahvesi, pişirme yöntemi ile dünyadaki tüm kahve çeşitlerinden ayrılıyor.


5 Aralık Dünya Türk Kahvesi Günü münasebetiyle gözlerin yeniden çevrildiği kadim Türk içeceği, son yıllarda teknoloji ile buluşarak tercih edilirliğini artırıyor. 

 

HABER: SÜMEYRA YARIŞ TOPAL

 

Türk içecek kültürünün mihenk taşı konumunda olan Türk kahvesi, 5 Aralık Dünya Türk Kahvesi Günü münasebetiyle yeniden gündemde. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne girmesinin 10. yılını kutlayan Türk kahvesi, aynı zamanda bu listeye dahil olan ilk içecek olma özelliği taşıyor. Emek isteyen yapım tekniği ile tüketimi belli bir süre yavaşlayan Türk kahvesinin, pazara giren Türk kahvesi yapma makinaları ile dünyadaki tercih edilme oranı yeniden artmaya başladı. 

 

ÜRÜN DEĞİL PİŞİRME 

 

Dünyada belki de Türkiye markası ile özdeşleşen ilk değer konumunda olan Türk kahvesi, kahve uzmanlarına göre doğru konumlanamıyor. Türk kahvesinin bir ürün değil, bir pişirme tekniği olarak doğru konumlandırılması ile dünyadaki itibarının daha da perçinleneceğini düşünen konunun uzmanları, “Böylece herkesin istediği çekirdekten Türk kahvesi tüketmesi mümkün kılınabilir” bilgisini veriyor. 

 

Kahve danışmanı ve gastronomi yazarı Cenk Girginol, planlı bir bilinçle her geçen gün Türk kahvesine ilginin arttığını söylerken, dünyaya Türk kahvesini teknoloji ile sunan yerli markalardan biri olan Arzum’un Yönetim Kurulu Başkanı Murat Kolbaşı da, “Teknoloji ile birlikte Türk kahvesi tüketiminde ibre yukarı doğru çıkmaya başladı” diyor. 

 

TÜRK KAHVESİ BİR KÜLTÜR 

Cenk Girginol Kahve Danışmanı, Gastronomi Yazarı 

 

Türk toplumu dışındaki insanların birçoğu Türk kahvesini biliyor. Fakat tadını bilmeyen, içmeyen insan sayısı çok fazla. Dünyanın ilk pişirme yöntemi ve ilk açılan kahvehanenin İstanbul’da olduğu gerçeği ile dünya kahve tarihine de altın harfler ile yazılmış bir başlangıç var. Bunun için devamlı denetmek ve tattırmak, yeni nesil makinalar ile Türk insanının dışındaki toplumlarda günlük hayat alışkanlıkları içine dahil ettirmek gerekiyor.

 

TEK ÇEKİRDEĞE HAPSEDİLEMEZ 

 

Türk kahvesi bir kahve çeşidi değil, bir pişirme ve öğütme yönteminin adı ve aynı zamanda önünüze gelen içeceğin ismi. En çok yanlış bilinen kısım ve Türk kahvesi önünü kapayan mit, maalesef bunun tersini düşünenler. Aynı espresso, filtre kahve gibi Türk kahvesini tek bir kahve çeşidine mal etmek, tadı sabit tutmaya çalışmak, yapılan en büyük yanlış. Her yöresel kahveden veya harmandan Türk kahvesini pişirebilirsiniz. Örneğin Kolombiya veya Guatemala’dan Türk kahvesi harika bir lezzet olarak karşımıza çıkarken, Honduras ve Costa Rica karışımı bir harman da damak zevkine göre insanlara daha geniş bir aroma ve lezzet olarak hitap edecektir. Biz örneğin bir markaya bağlı tadı baz alıp beğenmiyorsak ‘Türk kahvesi acıdır, çok serttir’ gibi olumsuz yorumlar yapabiliyoruz. Yapılan hata da tam olarak bu… Halbuki sevmediğiniz şey Türk kahvesi değil, beğenmediğiniz hangi marka veya yöre ise o… 

 

Türk kahvesinin markalaşması telvesi ile pişen tek kahve oluşuyla ve diğer kahveler demlenirken, metodik olarak Türk kahvesinin demlenmeyip pişirilmesi ile ayrışıyor. Türk kahvesini diğer kahvelerden ayıran başka bir husus da içtikten sonra bakılan fal. Bir psikolojik terapi gibi size umut vaat eden sohbetlerin başrolünde… İşin kültür kısmında kız istemeden cenazeye kadar geleneklerin içinde oluşu da bir başka kültürün yansıması. Onun için hep deriz ki, “Türk kahvesi sadece bir içecek değil, bir kültürdür.”

 

KAHVE ZİNCİRİNE İSİM VERDİ 

Murat Kolbaşı Arzum Elektrikli Ev Aletleri Yönetim Kurulu Başkanı

 

Türk kahvesi, dünyada kahve ile suyun ayrıştırılmadan servis edildiği tek kahve çeşidi. Bu yüzden aroması daha yoğun bir şekilde hissediliyor. Aynı zamanda şeker de pişirme sırasında katılabiliyor ki, bu da Türk kahvesine özgü bir yöntem. Türk kahvesi bir pişirme yöntemi ve tüm bu unsurları ile diğer kahvelerden ayrılıyor. Dünyaya kahve markasını tanıtan aslında Türk kültürü oluyor. Viyana kuşatması sırasında Avrupa’da bırakılan kahve çekirdekleri ile bir kahve dükkânı açılıyor. Bu dükkâna o zaman Blue Bottle adı veriliyor. Bu marka hâlâ dünyada çok bilinen bir kahve zincirinin adı. 

 

100 YILLIK AÇIĞI KAPATACAĞIZ 

 

Türk kahvesi, diğer kahvelere göre yapım tekniği olarak biraz zahmetli. Bu sebeple teknoloji ile buluşana kadar biraz tüketimi yavaşlamıştı. Dünyada diğer kahve türlerinin teknoloji ile buluşması 1920’lere kadar uzanıyor. Ancak Türk kahvesi, 2002’de teknoloji ile buluştu. Bu buluşmadan sonra dünyada ve Türkiye’de tüketim de arttı. Bugün Türk kahvesi makinası üreten 15 markamız var ve bunların 5’i uluslararası marka konumunda.  

 

‘TÜRK KAHVESİ’ İSTEYİN

 

Türk kahvesi, doğru konumlanma ile her yerde her çekirdekle içilebilir bir içecek olarak marka değerini artırabilir. Çünkü diğer kahvelerden farklı bir usulü var. Bizler örneğin Arabica çekirdeğine alışkınız. Ama Almanya, İngiltere, Fransa farklı kahve çekirdeklerine alışkın. O tadı almak isterler. İstediği çekirdeği ince çekip, kavurup, pişirerek Türk kahvesi içebilir. Ben her zaman şunu dile getiriyorum: ‘Yurt dışına çıktığınız her alanda Türk kahvesi isteyin.’ Bu bir otel lobisi, bir restoran, bir kafe ya da bir uçak yolculuğu olabilir. Çünkü siz istedikçe marka yavaş yavaş konumlanacak, ona göre bir algı oluşacak. 

27 Kasım 2023 Pazartesi

İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin, Türkiye Ulusal Ajansı işbirliğiyle düzenlediği Erasmus+ Merkezi Projeler Bilgi Günü etkinliğinde, Erasmus+ projelerinin ulusal ve merkezi yönetim yapıları ile Mesleki Mükemmeliyet Merkezlerinin yenilikçi projeleri ele alındı.


İstanbul Ticaret Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Hakan Hocaoğlu, etkinlikte yaptığı konuşmada, Erasmus değişim programlarının önemini vurgularken, bu alandaki projelerin daha da genişlemesi gerektiğini belirtti.  


HABER:ERTAN ERYILMAZ

 

Türkiye Ulusal Ajansı İletişim Daire Başkanı Dr. Rana Kasapoğlu Önder ise Erasmus+ programının sadece öğrenci değişiminden ibaret olmadığını, aynı zamanda mesleki gelişim, girişimcilik ve startup projeleri gibi birçok alanda katkı sağladığını ifade etti. 

 

Dr. Önder, Erasmus+ projelerinin iki temel yönetim şekline sahip olduğunu belirterek, ulusal ajanslar aracılığıyla yürütülen projelerin ‘ülke merkezli’ olduğunu, Avrupa Komisyonu tarafından yönetilen projelerin ise ‘merkezi projeler’ olarak adlandırıldığını açıkladı.

 

 

YEŞİL VE DİJİTAL DÖNÜŞÜM

 

 

Erasmus+ programının gelecekte daha fazla dijitalleşme ve yeşil dönüşüme odaklanacağını belirten Dr. Önder, “Avrupa Birliği’nin 2050 yılına kadar karbon ayak izini sıfırlama hedefi doğrultusunda, birçok proje çağrısı dijital ve çevre dostu uygulamalara yöneldi. 

 

Bu dönüşümler gençlerin kariyer gelişiminde önemli bir rol oynayacak” dedi. 

 

 

MESLEKİ MÜKEMMELİYET MERKEZLERİ 

 

Türkiye Ulusal Ajansı Uzman Yardımcısı Damla Aydaşo da Mesleki Mükemmeliyet Merkezleri (CoVE) konulu sunumunda, bu merkezlerin mesleki eğitim ve öğretimde dijitalleşme, inovasyon ve yeşil dönüşümü teşvik ettiğini belirtti. 

 

CoVE projelerinin, iş dünyası, akademi ve sanayi işbirliğiyle yürütüldüğünü söyleyen Aydaşo, bu projeler sayesinde gençlere dijital beceriler kazandırılacağını ve mesleki eğitimin daha cazip hale getirileceğini vurguladı. 

 

 

TOBB’DAN YENİLİKÇİ MODÜLLER

 

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) KOBİ Politikaları Uzmanı Aslı Parmak ise Avrupa Öğrenme Deneyimi Platformu (EULEP) ve Mesleki Eğitim Mükemmeliyet Merkezleri projeleri üzerine yaptığı konuşmada, yapay zeka, sanal gerçeklik ve sosyal inovasyon konularında geliştirdikleri yenilikçi eğitim modüllerinden bahsetti. 

 

TOBB’un, Avrupa Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği (Eurochambers) önderliğinde yürüttüğü projede, mesleki eğitimde dijitalleşme ve beceri açıklarının kapatılmasının amaçlandığını belirten Parmak, pilot uygulamaların başladığını ve şirketlere yönelik özel eğitimler düzenleneceğini ifade etti.

10 Ekim 2024 Perşembe

Türk Dünyası Kültürel Miras Yöneticileri Deneyim Paylaşımı Programı, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin ev sahipliğinde tamamlandı.

Kültürel mirasın korunması ve sürdürülebilir işbirliği projeleri için yeni fırsatlar sunan programda, Türk devletlerinin bu konuda ortak çalışmalar yapması gerektiği belirtildi.



HABER:ERTAN ERYILMAZ

 

TÜRK Kültür ve Miras Vakfı tarafından düzenlenen Türk Dünyası Kültürel Miras Yöneticileri Deneyim Paylaşımı Programı, İstanbul Ticaret Üniversitesi ev sahipliğinde tamamlandı. 

 

Programda; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Macaristan, Özbekistan ve Türkmenistan’dan gelen üst düzey yöneticiler, Türkiye’deki tarihi ve kültürel alan yönetimi uygulamalarını hem teorik hem de pratik açıdan inceledi.

 

 Beş gün süren programda katılan ülkelerin temsilcileri, İstanbul’un tarihi dokusunu ve kültürel miras sayılan eserleri de yerinden inceleyip, bilgi edinme fırsatı yakaladı. 

 

Program, katılan ülkeler arasındaki bilgi ve deneyim alışverişini artırmanın yanı sıra kültürel mirasın korunmasına yönelik yeni işbirliği projelerine de zemin hazırladı. 

 

Organizasyona Milli Saraylar Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul Tarihi Alan Başkanlığı, Çanakkale Alan Başkanlığı, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi ve Fatih Belediyesi de destek verdi.

 

Programın son gününde gerçekleştirilen Alan Yönetimi Vizyonu Çalıştayı’nda, kültürel mirasın korunmasına yönelik ulusal ve uluslararası mevzuatın etkinliği, koruma kurumları arasındaki koordinasyon ve Türk dünyasının ortak koruma mevzuatı oluşturulmasına dair bir yol haritası çizildi. 

 

Katılımcılar, kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılması için yapılabilecek faaliyetleri tartıştı ve bir ‘Türk Dünyası Kültür Komisyonu’ kurulması önerisini ele aldı. 

 

KÜRESEL TEHDİTLER

 

Program kapsamında düzenlenen Türk Dünyasında Kültürel Miras ve Koruma Konferansı ise etkinliğin önemli bir bölümü olarak öne çıktı. 

 

Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi (ICOMOS) Uluslararası Başkan Yardımcısı ve Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Gül Ünal, konferanstaki konuşmasında, küresel risklerin kültürel miras üzerindeki etkilerini ele aldı. 

 

Prof. Dr. Ünal, özellikle dördüncü nesil savaşların ve dijitalleşmenin kültürel miras alanlarına yönelik tehditleri artırdığına dikkat çekerek, iklim değişikliği, kitlesel göçler ve siber saldırılar gibi unsurların ciddi riskler oluşturduğunu vurguladı. 

 

 

6 BİN ESER HASAR GÖRDÜ

 

Prof. Dr. Ünal, 6 Şubat depremlerinde bölgede, 8 bin 500 tarihi yapıdan 6 bininin hasar gördüğünü, hızlı müdahale ve belgeleme çalışmalarının afet anında ne denli önemli olduğunu dile getirdi. 

 

“Afetler sadece fiziksel hasar vermekle kalmıyor, aynı zamanda toplulukların kültürel dayanıklılığını da etkiliyor” diyen Prof. Dr. Ünal, bu deneyimlerden ders çıkararak, koruma çalışmalarının güçlendirilmesi gerektiğini söyledi.

 

 

KÜLTÜREL MİRASIN GELECEĞİ

 

Liverpool Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Soumyen Bandyopadhyay da yaptığı konuşmada, yönetim ve kültür arasındaki ilişkiye dikkat çekti. 

 

Kültürel mirasın korunması kadar sürdürülebilir bir geleceğe katkı sağlamasının önemini vurgulayan Prof. Bandyopadhyay, özellikle kurak bölgelerde yürütülen projelerde kültürel ve doğal yöntemlerin birleşiminin önemini anlattı.

 

 Prof. Bandyopadhyay, bu kapsamda Umman’da gerçekleştirdikleri projelerde yerel halk ile işbirliği yaparak tarihi mekanların korunmasını ve modern yaşama entegrasyonunu sağlayan modeller geliştirdiklerini belirtti.

 

 

YASAL BOŞLUKLAR 

 

Georgia Üniversitesi Tarihi Koruma Yüksek Lisans Programı Profesörü James K. Reap ise Türk dünyasında kültürel mirasın korunmasının hem önemli fırsatlar sunduğunu hem de bazı zorluklar barındırdığını ifade etti. 

 

Özellikle, tarihi ve arkeolojik mirasın korunmasında önemli adımlar atıldığını vurgulayan Prof. Reap, uzun vadeli korumanın sadece anıtların korunmasıyla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda ortak kültürel miras değerleri ve kimlikle olan canlı bağın devam ettirilmesi gerektiğini belirtti.

 

Prof. Reap ayrıca, bölgedeki ülkelerin her birinin kendi kültürel miras koruma yasalarını geliştirdiğini, ancak bazı yasal boşluklar ve güncellenmemiş düzenlemelerin etkili korumayı zorlaştırdığını belirterek, “Hızla modernleşen ve şehirleşen bölgelerde mirasın korunması daha da zorlaşıyor. 

 

Yasal düzenlemeler güncellenmeli, yerel yönetimlerin kapasiteleri güçlendirilmeli ve yerel topluluklar da kararlara aktif olarak dahil edilmeli” dedi. 

 

ULUSLARARASI TANITIM

 

 

Türk Kültür ve Miras Vakfı Başkanı Aktoty Raimkulova, etkinliğin kapanış konuşmasında, Türk halklarının zengin kültürel mirasının korunmasının ve uluslararası düzeyde tanıtılmasının önemine dikkat çekti.

 

Kültürel mirasın korunması konusunda ortak çalışmaların büyük önem taşıdığını vurgulayan Raimkulova, işbirliği ve diyalogun, kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılması açısından kritik olduğunu dile getirirken, bu doğrultuda yeni girişim ve projelere destek vermeye hazır olduklarını sözlerine ekledi.

 

 

Uluslararası Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü (IICAS) Müdürü Evren Rutbil, UNESCO’nun belirlediği uluslararası standartların iyi anlaşılması ve bu alanda uzmanlaşmanın artırılması gerektiğini, Türk devletlerinin bu konuda daha fazla 

işbirliği yapmasının elzem olduğunu söyledi.

 

Yatay mimari kültürel dokuyu koruyor İstanbul Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Dr. İsrafil Kuralay, kapanış konuşmasında, Türk kültürünün Orta Asya’dan Latin Amerika’ya kadar geniş bir coğrafyada izlerinin bulunduğuna, özellikle Balkanlar’da Osmanlı Devleti’nden miras kalan kültürel yapıların önemine dikkat çekti. 

 

Modern şehirleşmenin ve mimarinin, kültürel miras üzerinde yıkıcı etkiler oluşturduğunu belirten Dr. Kuralay, İstanbul gibi metropollerin daha yaşanabilir hale getirilmesi ve yatay mimariyle tarihi dokunun korunması gerektiğini ifade etti.

 

 

Dr. Kuralay ayrıca, Türk devletleri arasında dil ve kültür birliğinin önemine dikkat çekerek, ortak bir Türk alfabesi üzerinde çalışmalara başlanmasının kültürel bağları daha da güçlendireceğini vurguladı.

10 Ekim 2024 Perşembe