tatil-sepeti

Prof. Dr. Kerem Alkin

Türkiye ekonomisinde ‘fiyat istikrarı’, yani ‘enflasyonla mücadele’nin kalıcı ve sürdürülebilir sonuç verecek 3 temel koşulu, tüketici eğilimlerini baskı altında tutmaktan çok, ‘etkin maliyet yönetimi’, ‘verimlilik’ ve ‘israfın önlenmesi’dir. Sadece gıda ürünlerindeki israfımızın bile yılda 14 milyar dolara ulaştığı bir ekonomide, tarım ve gıda ürünlerinin bütününde toplam israf 214 milyar TL, ekonominin sınırlı kaynaklarının bütününde israf değeri 550 milyar TL’nin üzerinde. Bir ülkenin ürettiği milli gelirin, katma değerin, ürünlerinin yüzde 15’inin heba olduğu bir ekonomide, enflasyonla mücadelede kalıcı bir başarılı sonuç elde etmek mümkün değil.

MALİYET YÖNETİM PERFORMANSI

Kritik önemdeki ikinci konu ise reel sektörün mal ve hizmet üretimi için kullandığı girdilerin sebep olduğu maliyetlerin yönetimi. Türkiye, bilhassa son 20 yıldır paha biçilmez bir sanayileşme hamlesi yürütüyor olmasına rağmen, ne yazık ki satılan malın maliyeti noktasında etkin bir maliyet yönetimi performansı yakalayamadı. Sonbahardaki son veriler ışığında, ABD’nin yıllık bazda yüzde 0.4, AB’nin yüzde -2.4, Çin’in yüzde -2.1’lik yıllıklandırılmış üretici fiyatları enflasyonu, maliyet enflasyonu yaşıyor olmaları, üretim maliyetlerini yönettiklerinin en net delili.
Yine, en taze sonbahar verileriyle dünya ekonomisinde ortalama üretici fiyatları endeksindeki artışın yüzde 0’ın altında seyrettiğini, tüm gelişmekte olan ülkelerde ise yıllıklandırılmış üretici fiyatları endeksi artış oranının, maliyet enflasyonu artış oranının yüzde 2.1 olduğunu dikkate aldığımızda, Türkiye’nin yıllıklandırılmış üretici fiyatları endeksi artış ortalamasının yüzde 20’ler mertebesinde olması; üstelik yıllıklandırılmış oranın 2018 yılı sonbaharında yüzde 46’yı bile görmüş olması düşündürücü.

VERİMLİLİK ODAK NOKTAMIZ OLMALI

Türkiye tüketici fiyatları endeksini, tüketici enflasyonunu ‘manşet enflasyon’ olarak takip ederken, esas odaklanmamız gereken konunun üretici fiyatları endeksi, maliyet enflasyonu olduğu yeterince önceliklendiril-miyor. Çünkü etkin bir maliyet yönetimi olmadan Türkiye ekonomisini sadece talep enflasyonunu önceliklendirerek ‘enflasyon sarmalı’ndan çıkarmak mümkün değil.

Bu konu, haliyle üçüncü kritik önemde bir başlık olarak, ‘verimlilik’ konusunu da öne çıkarıyor. Türkiye’nin verimlilik konusuna da ciddi manada odaklanması gerekir. Yoksa, enflasyonla mücadele adına faiz oranlarını yükseltmek, yapısal nedenlerden ciddi manada beslenen ‘enflasyon sarmalı’na sadece ‘geçici çözüm’ üretmemiz anlamına gelir. Üstelik yüksek faiz, yatırımların ve üretim artışının cazibesini kırması ve finansman maliyetlerini artırması itibariyle türev etken olarak orta vadede yine enflasyonu besleyen bir süreç.

COVID DAHİ ‘YENİLENEBİLİR’İ DURDURAMADI

AB’nin ‘2050’de sıfır emisyon’ çağrısı, Çin’in dünya kamuoyu ile paylaştığı ve başarılması adına 5 trilyon dolar harcaması gerektiğinin öngörüldüğü ‘2060’tan önce karbon nötr ekonomi’ hedefi ile Japonya Başbakanı Suga Yoshihide’nin ‘2050’de karbon nötr toplum’ açıklaması, heyecan verici. Bu hedefin tutturulmasının önemli koşullarından birini, dünya ekonomisinin ihtiyaç duyduğu enerjiyi ‘düşük karbon’ salan enerji türevleriyle karşılamak ve enerji teknolojilerini de bu alana yoğunlaştırmak oluşturuyor.

2010’dan bu yana ‘yenilenebilir enerji’ alanındaki teknoloji ve kapasite yatırımları artışı, dünyayı ‘gerçek’ bir ‘felaket’ten kurtarmak adına en ‘vazgeçilmez’ stratejik hamle olarak öne çıkıyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) ‘Yenilenebilir Enerji 2020’ raporu, küresel virüs salgınının sebep olduğu tüm belirsizliklere rağmen dünya çapında ‘yenilenebilir enerji’ yatırımcılarının 2019’a göre yatırımlarını yüzde 4 artırdıklarını ve 198 GW’lık yeni kuruluş güç yatırımının, tarihi bir rekorla, 2020’deki tüm küresel enerji yatırımlarının yüzde 90’ını oluşturduğunu ortaya koydu.
Avrupa Birliği, 2030 yılına kadar toplam enerji üretim kapasitesi içerisinde yenilenebilir enerjinin payını yüzde 32’ye çıkarmayı hedeflemişken, iklim değişikliğine adaptasyon ve etkisini azaltmak adına 750 milyar Euro’luk bir ‘iyileştirme’ fonu konusunda mutabakata varmış durumda. Umarız, bu hamleler dünyanın geleceğini kurtarmaya yeter.

13 Kasım 2020 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ


 


Yıllar önce eğitim ve kültür odaklı bir vakfın Topkapı Sarayı salonundaki açılış merasiminde vakıfla ilgili ‘amacımız; tarihten yenilikler getirmek’ temalı bir açış konuşması yapmıştım. İlk bakışta bir paradoks gibi görülen ‘tarih ve yenilik’ kavramları nasıl bu bağlamda düşünülebilirdi? Tarihi bilgiden ve tecrübeden günümüz dünyasına ilişkin ‘yenilik’ anlamında bir çıkarım nasıl yapılabilirdi? İşin felsefi ve düşünsel arka planında neler olabilirdi? Daha doğrusu ‘bilgelik’ bunun neresindeydi?

 

İhsan Fazlıoğlu Hoca’nın ‘Akıllı Türk Makul Tarih’ kitabını okurken, ‘Bir başka açıdan aklın tarih, tarihin de akıl olduğu söylenebilir; zira tarih, belirli bir zaman ve mekân içerisinde hareket eden aklın eylemlerinin tecessüm etmiş hâlidir. Öyleyse bir milletin tarihi, o milletin aklıdır; aklı da tarihidir’ sözü dikkat çekicidir. Hakikaten de bir milletin tarihi, o milletin aklı ve ilham kaynağı olabilir. Tarihten günümüze yenilikler getireceksek tarihimizden, tarihi tecrübemizden bilgi ve ilham alarak fakat bu bilgeliği güncelleyerek yolumuzu aydınlatmasını sağlayabiliriz. 

 

*     *     *

 

Bilindiği üzere tarih, sadece belirli alanlara projeksiyon tutmaz. Nerdeyse bütün alanlar için besleyicidir. Öncelikle her bilim dalının kendi tarihi vardır. Eğitimden iktisada, sosyal bilimlerden fen ve teknik bilimlere kadar. Tarihi müesseselere metaforik olarak bakılabilir.  Fakat ‘tarihin akıl’ olması her daim işin merkezinde yer alır.

 

Tarihten yenilikler getirmek; geçmişteki bilgi, tecrübe ve yaşananlardan ilham alarak, ders çıkararak, günümüze dair yeni ve kreatif çözümler üretmek anlamına gelir. Bu ise tarihin ve tarihi müesseselerin sadece bir bilgi yığını olarak değil, aynı zamanda güncel problemleri çözmeye yönelik bir ilham kaynağı ve metafor olarak değerlendirilmesi gerektiğini gösterir. Geçmişte yaşananları analizle, güncelleyerek, inovatif ve etkili çözümler geliştirmek bu kavramın özünü teşkil eder.

 

Tarihten yenilikler getirmek kavramını eğitim perspektifi ile düşünecek olursak; geçmişte maarifle ilgili meseleler, pedagojik yaklaşımlar ve öğrenme modellerinden ilhamla günümüz eğitimine yenilikçi çözümler sunmak bağlamında değerlendirebiliriz. Bu, geçmişte başarılı olmuş eğitim uygulamalarını güncelleyerek yeniden yorumlamayı ve bunlardan günün ihtiyaçlarına göre uyarlama yaparak istifade etmeyi hedeflemek demektir. 

 

Sözgelimi, antik Yunan’daki Sokratik yöntem türünden öğretim tekniğinin, Selçuklu medreselerindeki uygulamaların ve Osmanlılar’daki Enderun Mektebi tecrübesinin, Cumhuriyet dönemindeki Köy Enstitüsü deneyiminin modern eğitim sistemine entegre edilmesi gibi yenilikler ihdas edilebilir.

 

 

*     *     *

 

Eğitim tarihine ilişkin bu anlayış, tarihsel birikimi yalnızca nostaljik ve hamasi bir şekilde ele almak yerine, günümüz öğrencilerinin ihtiyaçlarına yönelik yeni ve etkili öğretim yöntemleri ve stratejileri geliştirmek için değerlendirmeyi hedefler. Bu sayede de geçmişin tecrübeleri ve bilgisi, geleceğin eğitim sistemini tarihle bağ kurarak zenginleştirebilmenin mümkün ve doğru olacağını gösterir. Bu da bizi tarihle iç içe olmaya, tarihten kopmamaya iter.

 

Tarih, geleceğe ilişkin; niyeti, kurguları, planları, öngörüleri olan milletler için anlamlıdır, değilse kuru bir bilgi yığınıdır. Türkler, sadece kendi tarihlerinden ve müesseselerinden değil, tüm gelenekli milletlerin eğitim uygulamalarını yararlanılabilir bir tecrübe olarak görme yaklaşımını benimsemiş bir anlayıştan geliyor. Dolayısıyla tarihten yenilikler getirmek ve tarihi milletin aklı olarak görmek en çok onlara yakışır. Eğitim ise bu sentezi başarmanın, güncellemeyi yapabilmenin en makul yoludur.

06 Eylül 2024 Cuma

Etiketler : tarih Yunan Osmanlı Cumhuriyet KöyEnstitüleri Enderun Sokrates eğitim

FATİH OKTAY

 

Ülkelerin çoğu, orta gelir düzeyine çıktıktan sonra orada kalıyor. Bu, ‘orta gelir kapanı’ dediğimiz şey. Son bir yıldır Çin Komünist Partisi yetkililerinin dillerinden düşmeyen ‘yeni tür üretim güçleri’ terimi, işte tam bununla ilgili. Hedef, yeni teknolojilere dayalı yeni ürünler ve sektörler ortaya çıkartmak.


 

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde fakirlikten gelip gelişmiş ülkelerin arasına katılmayı çok az ülke başarabildi. Bu geçişi yapabilenler, birkaç Doğu Asya ülkesi, AB bütünleşmesi çerçevesinde sınıf atlayan bazı Avrupa ülkeleri ve İsrail’in ötesine pek gitmiyor. Birçok ülkenin hızlı bir şekilde düşük gelir düzeyinden orta gelir düzeyine tırmandığını, bunların çok azının da orta gelir düzeyinden yüksek gelir düzeyine geçiş yapabildiğini görüyoruz; ancak ülkelerin çoğu orta gelir düzeyine çıktıktan sonra orada kalıyor. Bu, ‘orta gelir kapanı’ dediğimiz şey.

 

ATLANMASI GEREKEN ENGEL

 

Bunun yaygın açıklamasına göre, düşük gelir düzeyindeki ülke ekonomileri, yüksek gelir düzeyindeki ülkelerden aldıkları teknoloji ve sahip oldukları ucuz işgücünü kullanarak standart malları daha ucuz maliyetlerle üretmeye dayanan bir rekabet gücü ile başlangıçta hızlı bir şekilde büyüyor. Ancak gelişmeyle beraber zaman içinde bu ekonomilerde de ücretler artıyor; ucuz işgücüne dayalı rekabet avantajı giderek azalıyor, bu avantaj daha az gelişmiş, daha düşük işgücü maliyetlerine sahip ülkelere geçiyor. Orta gelir düzeyine denk gelen bu aşamadan sonra, ekonomik büyümenin ucuz işçilik değil, üretilen ürünler ve üretimde kullanılan teknolojilerin özellikleri ile ilgili avantajlara dayanması gerekiyor. Ülkeler genellikle bunu başaramıyor. Bunun sonucu olarak da kendilerini düşük gelirli ülke konumundan orta gelirli ülke konumuna getiren yüksek büyüme hızlarını sürdüremiyor, orta gelir düzeyi dediğimiz durumda asılı kalıyorlar. Dünya Bankası ölçütlerine göre, orta-yüksek gelir seviyesine ulaşmış olan Türkiye’nin de daha geriden gelip Türkiye’yi geçmiş olan Çin’in de önündeki atlanması gereken engel bu.

 

UCUZ İŞGÜCÜNE DAYANMIYOR

 

Çinli firmalar, birçok alanda ülke ekonomisinin bu kapana kısılmamasını sağlayacak türde başarılar gösteriyor. Çok kısa bir zaman önce ülke otomobil pazarı yabancı üreticilerin hakimiyetindeyken, Çinli üreticilerin elektrikli otomobil atağı ile hem iç pazarda hem dış pazarlarda hakimiyeti ele geçirmeye başlamaları böyle bir gelişme. Çinli üreticilerin otomobilleri, hem kullanım hem teknolojik özellikleri açısından yabancı rakiplerininkinden çok üstün; üstelik, çok yüksek kâr marjları ile bile daha düşük fiyatlarla piyasaya sürülüyorlar. Bu fiyat avantajı da ucuz işgücüne dayanmıyor, üretim son derece yüksek düzeyde otomasyonla gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla kaba işgücünün maliyetlerdeki payı çok düşük; zaten, sık sık dile getirdiğimiz gibi Çin’de işgücü de artık ucuz değil. Benzer gelişmeleri güneş enerjisinden elektrik üretmeye yönelik ürünler ve rüzgar tribünleri olmak üzere birçok sektörde görüyoruz. 

 

Yani Çinli firmalar, birçok sektörde artık ucuz işgücüne dayalı fiyat avantajı ile değil, ürün özellikleri ve teknolojiye dayalı verim artışları ile ilerliyor. Bu, en azından o sektörlerde orta gelir kapanına kısılmamak demek oluyor. Ama ülke ekonomisi yalnızca bu sektörlerden oluşmuyor; diğer geleneksel sektörlerde de aynı başarı gösterilebilecek mi? Bu sektörlerdeki başarı ne kadar kalıcı; bu sektörlerin eski hakimleri, ileride yeni buluşlarla eski konumlarını tekrar ele geçirebilirler mi?

 

Xİ JİNPİNG GÜNDEME GETİRDİ

 

Son bir yıldır Çin Komünist Partisi yetkililerinin dillerinden düşmeyen ‘yeni tür üretim güçleri’ terimi, işte tam bununla ilgili. Bu terimi, ülke lideri Xi Jinping, geçen yıl şu sıralarda ilk olarak dile getirmişti. Daha sonra birkaç toplantıda daha dile getirildi. Şimdi ise ekonomi ile ilgili neredeyse her yorum, rapor ve toplantıda bu terime rastlanıyor. 

Geleneksel ekonomi, üretimin temel kaynaklarını işgücü ve sermaye olarak görür. Buna göre ekonomik büyüme, bu iki üretim etkeni veya gücündeki artışlara bağlıdır. Ancak 1960’larda yapılan verisel çalışmalar, en azından gelişmiş ekonomilerde ekonomik büyümenin sermaye ve işgücü artışından çok, büyük ölçüde teknolojik gelişmeye bağlı olarak bu iki etkeni daha yüksek katma değerli ürünler üretmek için kullanmaya ya da ürünlerin üretiminde daha etkili şekilde kullanmaya bağlı olduğunu gösterdi. 

 

YENİ TEKNOLOJİLER-YENİ ÜRÜNLER

 

Xi Jinping’in yaptığı ve ülkenin merkezi ve yerel ekonomi yöneticilerinin kitlesel bir şekilde cevap verme yoluna girdiği ‘yeni tür üretim güçlerini geliştirme’ çağrısı, böyle bir ekonomik gelişme hedefliyor: Yeni teknolojilere dayalı yeni ürünler ve sektörler ortaya çıkartmak, geleneksel sektörlerin ürünlerini ve üretim yöntemlerini yeniden şekillendirmek. Yani bugün Çin’in elektrikli otomobil üreticilerinin yaptıklarının, tüm sektörlerde kalıcı ve sistematik şekilde gerçekleştirir hale gelmek. Bunun başarılması, Çin’in orta gelir kapanına kısılmaktan kurtulması bir yana, hızla yüksek gelir merdiveninin tepelerine yükselmesi anlamına gelir.

06 Eylül 2024 Cuma

Etiketler : Çin