tatil-sepeti

Dünyanın önde gelen merkez bankalarının enflasyonda yüzde 2 hedefi için sıkı para politikasına devam edeceğini vurgulaması ve jeopolitik riskler belirsizlikleri artırıyor. Üretim maliyetlerinin artması ise yatırım bütçelerini düşürüp, büyümeyi yavaşlatıyor.


 

Uzmanlar, küresel büyümedeki yavaşlamanın ülke ekonomilerinin mali yapılarını baskı altına almaya başladığına dikkat çekiyor. Oluşan bütçe açıkları ve enflasyonun mali dengeyi sağlamayı zorlaştırdığının da altı çiziliyor. Önümüzdeki 50 yıl için daha iyi bir senaryo arayışı var.

 

HABER: ŞEREF KILIÇLI

 

Pandemiden sonra küresel ekonomide merkez bankalarının enflasyonla mücadele için uyguladığı parasal sıkılaştırma politikalarının etkisi sürüyor. Fed, Mart 2022’den itibaren 11 kez faiz artırdı. Avrupa Merkez Bankası ise Temmuz 2022’den itibaren 10 kez faiz artışına gitti. Her iki banka da enflasyon yüzde 2’ye ininceye kadar faizlerin yüksek kalacağının ve sıkı para politikasının devam edeceğinin altını çiziyor. Öte yandan jeopolitik kırılganlıklar, belirsizlikler ve yeni risklerle beraber, 2022’de yüzde 3.5 büyüme kaydeden küresel ekonominin, 2023’te yüzde 3, 2024’te de yüzde 2.9 oranında büyüyeceği öngörülüyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristina Georgieva’nın, “Dünyanın şu anda tanık olduğu aşırı belirsizlik durumundan dolayı önümüzdeki 50 yıl için daha iyi bir senaryo yazılması gerektiği” açıklaması da bu süreçte dikkat çekti.

 

TÜRKİYE BÜTÇESİ

 

Türkiye ekonomisine bakıldığında, 2022 yılında yüzde 5.5 büyüdü. 2023 yılında ekonomik büyümenin yüzde 4.4 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. 2024 yılı için ise yüzde 4 oranında büyüme öngörülüyor. Diğer taraftan, Türkiye de faiz artırımlarıyla sıkı para politikası sürecinde. Nitekim Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), politika faizini Haziran 2023’teki yüzde 8.5 seviyesinden itibaren yükseltmeye başladı. Ekim 2023’teki artışla beraber politika faizi yüzde 35 oldu. 2024 enflasyon tahmini Orta Vadeli Plan’da (OVP) yüzde 33 olarak duyuruldu. 2024 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nde bütçe giderlerinin 11 trilyon 89 milyar lira, bütçe gelirlerinin ise 8 trilyon 437 milyar lira olacağının tahmin edildiği de açıklandı. Bütçe açığının Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya (GSYH) oranının ise yüzde 6.4 olarak gerçekleşeceği öngörülüyor.

 

KÜRESEL RİSKLER

 

Küresel ekonomideki gelişmeleri değerlendiren İstanbul Ticaret Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Betül Gür, fiyat istikrarı sağlanmaya çalışılırken faiz artırımlarının üretim maliyetleri üzerinden reel sektörü olumsuz yönde etkilemesi sebebiyle küresel ekonomide yeniden yavaşlama riskinin kendini gösterdiğini söyledi. Prof. Dr. Gür, şöyle konuştu: “Uluslararası kuruluşlar, 2024’e ilişkin büyüme tahminlerini düşürmeye başladı. Örneğin Dünya Bankası, büyüme tahminini gelişmiş ülkeler için yüzde 2’ye, gelişmekte olan ülkeler için yüzde 4’e düşürdü. Devam eden Rusya-Ukrayna savaşına, 2023 Ekim ayı başından itibaren Filistin-İsrail çatışmaları eklendi. ABD, Çin gibi süper güçler donanmalarını Akdeniz’e gönderirken Rusya, İran gibi ülkelerden de açıklamalar geliyor, ülkeler yavaş yavaş birbirine göre pozisyon almaya çalışıyor. Savaş demek, savunma harcamalarının artması demektir. Başka bir ifadeyle ekonomide genişlemeci para veya maliye politikası etkisi yaratır. Piyasada para arzının, harcamaların, talebin artması demektir. Bu ise fiyat istikrarsızlığına yol açar. Enflasyonist eğilimler ve bütçe harcamaları artarken, enflasyon öngörülenden daha uzun vadeli bir sorun olarak gündemi meşgul etmeye devam edecek.”

 

YAVAŞLAMA DÖNEMİ

 

Pandemi sonrasında tedarik zincirinde yaşanan aksamalar, artan enerji fiyatları ve Ukrayna kriziyle birlikte küresel ekonomik faaliyetlerde ciddi bir yavaşlama yaşandığını belirten Türk-Alman Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdem Kılıç da şu değerlendirmelerde bulundu: “Küresel büyümedeki yavaşlama, ülke ekonomilerinin mali yapılarını baskı altına almaya başlarken, oluşan bütçe açıkları ve artan enflasyon, mali dengeyi sağlamayı daha da zorlaştırıyor. Bu koşullar altında mali otoriteye ve bütçe planlamalarına daha büyük görevler düşüyor. Mevcut küresel durgunluk, kamu harcamalarının disipline edilmesini ve mali kaynakların etkin kullanılmasını zorunlu kılıyor. Ekonomik büyüme, ülke ekonomisinin tasarruf stokunun artırılmasında başlıca bir unsur. Büyümenin yavaşladığı dönemlerde tasarrufların düşmesi ile birlikte denk bir bütçeye ulaşmak da zorlaşıyor. Covid dönemini ve 149 ülkeyi kapsayan son araştırmamda, mali kuralların geçerli olduğu ve bir çoğunluk hükümetine sahip olan ülkelerde kamu gelirlerinin ve kamu borcunun daha az etkilendiğini tespit ettim. Ayrıca, bütçe planlama sürecinde mali kuralların uygulanması uluslararası sermayenin ekonomiye girmesine ivme kazandırıyor.”

 

TÜRKİYE’NİN ŞARTLARI

 

Türkiye’de enflasyon oranının halen oldukça yüksek düzeyde olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Betül Gür ise şu analizi yaptı: “Küresel siyasetteki gelişmelerin yanı sıra yurt içinde de bazı gelişmelerin enflasyonu artırma riski bulunuyor. Bu gelişmelerden biri Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler. Seçim ekonomisi sebebiyle uygulanacak harcama yönlü politikalar, Ocak 2024’teki asgari ücret düzenlemeleri, emeklilikte yaşa takılanların emeklilikleriyle birlikte piyasada para arzında artış ve talepte canlılık 2024 boyunca sürecek. Öte yandan, 6 Şubat depremleri sebebiyle 11 ilde yeniden imar çalışmalarının bütçeye getireceği yükü ve ayrıca bu imar faaliyetlerinin piyasada yaratacağı talep artışını, canlılığı da dikkate almak gerekir. Söz konusu imar faaliyetlerinin 46 milyar dolar gibi bir maliyeti olacağı ifade ediliyor. Bütçe açığının 2026 yılına kadar her yıl GSYH’nin yaklaşık yüzde 7’si oranında gerçekleşmesi bekleniyor. Dolayısıyla kamu maliyesi açısından bir kırılganlık söz konusu olabilir. Bütün bu iç ve dış gelişmeler büyüme tahminlerinin aşağı, enflasyon tahminlerinin ise yukarı yönlü revize edilmesine yol açıyor.”

 

SIKI PARA POLİTİKASI SÜRECİ

 

Ekonomi yönetimlerinin önünde ekonomik büyüme ve fiyat istikrarı seçeneklerinin olduğunu belirten Prof. Dr. Betül Gür, sıkı para politikası sürecini şöyle anlattı: “Fiyat istikrarının sağlanabilmesi için öncelikle pozitif reel faiz düzeyini yakalamak gerekiyor. Eylül ayında yüzde 26.5 negatif reel faiz söz konusuydu. Tasarruf sahipleri tasarruflarını negatif reel faizle bankacılık sisteminde tutmak istemezler. Bu neden ise bankacılık sisteminde reel sektörün üretim ve yatırım yapması için gerekli yurtiçi tasarrufun oluşmasını engeller. Yurtiçi tasarruf yetersizliği karşısında yatırım için gerekli doğrudan yabancı yatırım çekemediğiniz yüksek enflasyonist ortam da finansmanın borçlanma yoluyla sağlanmasını zorunlu kılar. Fiyat istikrarsızlığının olduğu, risk primi yüksek, kredi notu zayıf ülkelerin ise borçlanma maliyeti yüksektir. Bu borçlanma maliyeti daha sonra bütçede kendisini ağır bir yük olarak gösterir. Bu nedenle sıkı para politikasıyla fiyat istikrarı öncelikli tercih olup, enflasyonist beklentiler kırıldıktan ve belli bir fiyat istikrarı sağlandıktan sonra genişlemeci para politikası ile faiz oranlarında düşme ve ekonomik büyüme sürecine geçilir. Yeni ekonomi yönetimi de bu çerçevedeki kararlığını istikrarlı şekilde vurguluyor.”

 

ENFLASYONLA MÜCADELE TOPLUMSAL MUTABAKATLA DESTEKLENMELİ

 

Küresel durgunluğun yanı sıra deprem sürecinin de Türkiye ekonomisi üzerinde etkili olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Erdem Kılıç, şunları kaydetti: “Büyük yıkımlara neden olan depremler kamu harcamalarını artırdı ve bütçeyi büyük baskı altına aldı. Buna rağmen, istikrarlı bir kamu maliye dengesinin sağlanması için orta ve uzun vadeli hedeflerin bir kurallar bütünlüğü içinde belirlenmiş olması gerekiyor. Bu, aynı zamanda izlenen politikaların şeffaflığını ve denetlenebilirliğini de artırıyor. Mevcut yüksek enflasyonla mücadele edilebilmesi için hükümetin başlattığı dezenflasyon programının, 2003-2006 yılları arasında yürütüldüğü gibi olabildiğince geniş bir toplumsal mutabakatla desteklenmesi gerekiyor. Bu durumda Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TCMB’nin aynı hedef doğrultusunda koordineli çalışması elzem. Ayrıca, açık bir ekonomiye sahip olan Türkiye ekonomisinin uluslararası rekabette geri kalmaması için uzun vadeli verimlilik artışı gözetilerek sektörel bazda politikalar geliştirilmeli. Üretimdeki maliyet yapısının teknolojik inovasyonlar yolu ile düşürülmesi, şirket gelirlerinin ve çalışan ücretlerinin de artmasını sağlayacaktır. Bu yönde bir gelişmenin başarılı olabilmesi için hükümetin, meslek kuruluşlarının, yenilikçi özel sektör temsilcilerinin ve çalışanları ile akademik camianın uzun vadeli projeksiyonlar çerçevesinde istikrarlı bir işbirliği geliştirmesi gerekiyor.”     

06 Kasım 2023 Pazartesi