Salı, 05 Kasım, 2024
BAŞLARKEN
Gazetemizde yeni bir yazı dizisine başlıyoruz: ‘Köşe Bucak İstanbul’. Her hafta, İstanbul’un bir başka köşesine seyahat edecek, İstanbul’u köşe bucak gezeceğiz. Bazen bir semti, bir sokağı, bazen bir yapıyı, bir mahalleyi yakından tanıyacak, İ̇stanbul’un binlerce yıllık tarihinde küçük adımlarla keşfe çıkacağız. Bu köşede sembolleşmiş anıtları, şehre silinmeyecek izler bırakmış bânilerinin ilgi çekici yaşam öykülerini, kentin sosyal, ekonomik ve dini hayatından renkli notları bulacaksınız. İstanbul’un zaman içindeki değişimini gözlemlerken, kentin kültürüne, folkloruna yakından bakmaya çalışacağız.
TANIMAK VE SAHİP ÇIKMAK
İstanbul’un değerini bilmek onu tanımaktan geçiyor. İstanbul, insanın ruhunu şenlendiren, duygularını, düşüncelerini harekete geçiren bir kent. Her sokağında sürprizler saklayan bir kent İstanbul. İstanbul’u tanımak bu şehirde yaşayanlar için bir vefa borcu olmalı. Çünkü bir kente sahip çıkmanın ve sonraki nesillere hakkıyla taşımanın sırrı o kenti tanımaktan, o kentle doğru ilişki kurmaktan geçiyor. Söz konusu dünyanın en kadim, en güzel kentlerinden İstanbul olunca bu seve seve yerine getirilmesi gereken bir ödev. Öyleyse gelin insanların, yapıların, şehir ve yaşam kültürünün, geçmişten bugüne uzanan geleneklerin izini beraber sürelim, İstanbul’u köşe bucak tanımak, anlamak ve korumak için yola çıkalım.
GÜNLÜK HAYATIN TELAŞI İÇİNDE
İstanbul’da her gün, yüzlerce yapı görürüz. Belli başlı olanlar, ana hatlarıyla zihnimizde yer etmiştir, çoğunu ise kanıksarız. Orada durmaktadırlar. Hiç sorgulamadan, büyük bir doğallıkla kent yaşamındaki yerlerini kabullenmişizdir. Hatta işe, otobüse yetişme telaşıyla varlıklarını dahi unuturuz, öylece önünden geçtiğimiz yapılara dönüşürler. Oysa kimin, ne zaman, ne vesileyle yaptırdığını, hangi olaylara sahne olduklarını bildiğimizde, öykülerine vakıf olduğumuzda bakışımız değişir. Hızlı adımlarla vapura doğru yürürken göz ucuyla da olsa o yapıya bakar, şehrin ve günlük hayatın telaşı içinde silinip gitmesine izin vermeyiz. Öyküsünü bilmek, tarihini öğrenmek, bir yapıyı tanımak, hem o yapıya hem şehre bakışımızı tümden değiştirir.
Köşe Bucak İstanbul’un’ın ilk konuğu, İstanbul’un en eski mahallerinden birinde Haseki’de yer alan Arkadios Sütunu… Aslında Arkadios Sütunu’ndan geriye kalanlar demek daha doğru. Şehrin bir zamanlar Kserolofos (Kuru Tepe) denilen Yedinci Tepesi’nde, İmparator Arkadios’un anısını yaşatmak üzere dikilen bu sütundan geriye, günümüzde Haseki Kadın Sokağı’nda evler arasına sıkışmış, yekpare taş bir yapı kalmıştır.
Bu gördüğünüz yapı, Arkadios Sütunu’nun devasa kaidesidir. Yolunuz Haseki Kadın Sokağı’na düşerse bu kaideyi fark etmemeniz ve kaideyi gördükten sonra meraklanmamanız mümkün değildir.
TABELASI BİLE YOK
Çevresindeki korkuluktan özel bir hikayesi olduğunu anlarsınız ama ne sağında ne solunda bir tabela görürsünüz.
Bu nedenle merakınızın katmerlenmesi doğaldır. Etrafta öyküsünü bilen birine de denk gelmeyince mecburen aklınızda sorularla yanından geçip gidersiniz.
Oysa bu kaide, İstanbul’un şaşırtıcı hikâyelerle dolu tarihinin renkli sayfalarına açılan kapılardan biridir. 16 asır öncesine açılan bir kapı.
421 YILI TEMMUZ AYI
Gelin 2018’in Mayıs ayından, 1597 yıl öncesine, Arkadios Anıtı’nun tamamlandığı ve açılışının yapıldığı 421 yılının Temmuz ayına uzanalım. Doğu Roma İmparatoru Arkadios, büyük bir ayaklanmayı bastırdıktan sonra 5. yüzyıl başlarında (402/403) zaferini taçlandırmak ve unutulmaz kılmak için bu sütunu inşa ettirmeye başlar. Fakat ömrü vefa etmez, ölümünden sonra oğlu ve halefi imparator II. Teodosios işi devralır ve babasının devasa bir heykeliyle süslettiği anıt ve meydan 421 yılında görkemli bir törenle açılır.
MUHTEŞEM SARMAL FRİZ
Bu devasa sütun Arkadios Forumu’nun ortasında durmaktadır ve İmparator Arkadios’un zaferlerini temsil eden kabartmalarla bezelidir. Tıpkı bugün hâlâ ayakta olan, mermer gövdesi 155 sahneden oluşan muhteşem bir sarmal frizle süslü Roma’daki meşhur 38 metrelik Traianus Sütunu gibi… Tarihçilerin ve seyyahların anlattıklarına bakılırsa sütunun yüksekliği 50 metreye yakındır. Tepesindeki dev Arkadios heykeli, 8. yüzyıla kadar çeşitli afetler atlatır ama sütunun üzerinde kalır.
ADINI PAZARDAN ALIYOR
Fakat 740 yılında yaşanan depreme dayanamayan heykel sütundan aşağıya düşer ve bir daha yerine konmaz. Sütuna, tarihi boyunca bir takım hurafeler, tılsımlar yakıştırılır, korkuyla yaklaşıldığı da, kutsal sayılıp üzerinde keşişlerin yaşadığı da olur, yüksek yerden aşağı atmak suretiyle gerçekleşen idamlara zemin hazırladığı da… Osmanlı döneminde ise sütunun yepyeni bir adı olur: Avrat Taşı. Bu ad sütunun dibinde ve etrafında kurulan bir pazardan gelir. Satıcılarını ve alıcılarını kadınların, avratların oluşturduğu Avrat Pazarı’nın ortasında kalan sütun da pazardan payına düşeni alır, adı olur Avrat Taşı.
HER SEYYAHIN UĞRAK YERİ
Günümüzün Haseki Kadın Sokağı, tarih boyunca İstanbul’a gelen ve Arkadios Sütunu’nun methini duyan hemen her seyyahın ziyaret ettiği bir yer olur. Bugün de merakımızı celbeden kaidenin önünden asırlar boyu meraklı gözler geçer. 16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Pierre Gilles, sütunu etraflıca inceler. Bugün bu seyyah sayesinde sütunun endamını gözümüzde canlandırabiliriz. Çünkü sütunun ölçülerini kaydeden odur. Sütunun içindeki merdivenden en yukarıya kadar çıkış sağlandığını, anıtın başlığında bir balkon olduğunu, en tepeye kadar 233 basamak çıkmak gerektiğini, bu minareyi andıran yapıda içeriyi aydınlatan 56 mazgal olduğunu Gilles’ten öğreniriz.
EVLİYA ÇELEBİ DE BAHSEDER
Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi de 17. yüzyılda yazdığı Seyahatname’sinde Avrat Taşı’na yer verir ve Bizans efsanelerine atıfta bulunarak bu sütunun şehrin tılsımlarından biri olduğunu anlatır. Sütun, kayıtlara bakılırsa 1711’e kadar ayakta kalmayı başarır. 1711’de yanındaki evlerin üzerine devrilmesi tehlikesi baş gösterince kontrollü bir biçimde yıkılır. Böylece birdenbire yıkılıp kimsenin canına mal olmaz. Bu tarihten itibaren şehre gelen seyyahlar sütunun yıkılmış olduğunu ve sadece kaidesinin ayakta kaldığını görüp, anılarına aktarırlar.
DAHA YORGUN AMA İHTİŞAMLI
18. yüzyıldan itibaren kaidenin durumu tıpkı günümüzde olduğu gibidir. Aradan geçen iki yüzyılda kaide daha yorgun, daha yaşlı ama ihtişamını muhafaza ediyor. Hâlâ bir zamanlar üzerinde yükselen sütunun izlerini taşıyor. Yolunuz Haseki’ye düşerse 16 asırlık bu kaideye yakından bakmayı ve nice imparatorlar, sultanlar görmüş bu anıtın öyküsünü anmayı unutmayın.
17 Mayıs 2018 Perşembe
05 Kasım 2024 Salı
05 Kasım 2024 Salı
05 Kasım 2024 Salı
05 Kasım 2024 Salı
05 Kasım 2024 Salı