Milli gelirin yaklaşık üçte birini sağlayan İstanbul’da, ticari ve sanayi altyapının sürdürülebilir olması ülke ekonomisi için kritik önemde. Kurumların işbirliği ve uyumuyla İRAP’taki eylemlerin gerçekleştirilmesi, ticari ve sanayi altyapının da depreme hazırlanmasını sağlayacak.
HABER: ŞEREF KILIÇLI
Türkiye ekonomisinin lokomotifi İstanbul, ticaret, finans, turizm, eğitim açısından değil, sanayi üretimi açısından bir merkez konumunda. Ülke nüfusunun yüzde 19’una, işgücünün yüzde 20’sine sahip İstanbul, üretilen Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYH) da yüzde 30.4’ünü sağlıyor. Geçtiğimiz yıl 255.8 milyar dolar seviyesine çıkan ihracatın 59.4 milyar dolarlık kısmını gerçekleştiren İstanbul, bu alanda da ekonomiye en çok katkıyı sağlayan şehir. İstanbul’un başta deprem olmak üzere afetlere hazırlığı, tüm ülke açısından büyük önem taşıyor. Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) kapsamında, İstanbul Valiliği tarafından başlatılan İl Afet ve Risk Azaltma Planı (İRAP) çalışmaları ise ortak akıl sürecini işletiyor.
MEVZUAT DEĞİŞİMİ
İstanbul Ticaret’e açıklamalarda bulunan İTÜ Afet ve Acil Durum Yönetimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Didem Saloğlu Dertli, Türkiye’de doğa kaynaklı afetlerin önlenmesi ve zararlarının azaltılması konusundaki mevzuatın özellikle 1999 Gölcük Depremi’nden sonra hızla değiştiğini söyledi. Bu doğrultuda 2009 yılında çıkarılan 5902 sayılı yasa ile Başbakanlık’a bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) kurularak yetki ve sorumlulukların tek bir çatı altında toplandığını belirten Prof. Dr. Dertli, “Günümüzde, Bütünleşik Afet Yönetimi Sistemi olarak adlandırılan bu model, afetlerin zararlarının önlenmesi için tehlike ve risklerin önceden tespitini, afet olmadan önce meydana gelebilecek zararları önleyecek veya en aza indirecek önlemlerin alınmasını, etkin müdahale ve koordinasyonun sağlanmasını ve afet sonrasında iyileştirme çalışmalarının bir bütünlük içerisinde yürütülmesini öngörüyor” dedi.
RİSK YÖNETİMİ
Risk yönetimi konusundaki uygulamalarda halen eksiklikler olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Didem Saloğlu Dertli, şöyle devam etti: “Özellikle 1999 Gölcük Depremi’nden sonra ülke gündeminden düşmeyen depreme hazırlıklı olma, yerleşim merkezlerinin rehabilitasyonu ve depreme dirençli kentler oluşturma fikrinin uygulamaya geçirilmesi için yeterli somut işler henüz tamamlanamamış olsa da büyük bir adım atılması için harekete geçildi. Ancak beklenen İstanbul depremi için bu girişimler yetersiz kalabilir. Bunun sebebi, Türkiye’deki alışılmış genel afet yönetimi algısının risk yönetimi boyutunun göz ardı edilerek kriz yönetiminin bir safhası olan müdahale aşamasına odaklanılmış olması. İstanbul gibi yaklaşık 20 milyon nüfusa sahip bir il için risk algısından yoksun sadece müdahaleye yönelik afet planlamalarının bir sonuç vermeyeceği açık.”
İRAP ÇALIŞMASI
Risk yönetimi ve risk algısı bağlamında İstanbul’da sürdürülen çalışmalara da değinen Prof. Dr. Didem Saloğlu Dertli, “İstanbul İl Afet ve Risk Azaltma Planı (İRAP), 2021 yılında İçişleri Bakanlığı himayesinde; AFAD Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, üniversiteler, ilçe kaymakamlıkları, ilçe belediye başkanlıkları, bölge ve il müdürlükleri, sivil toplum kuruluşları işbirliği ile hazırlandı. Bu çerçevede, 38 afet türünden İstanbul’u en fazla etkileyen 9 tehlike türü başta olmak üzere, tüm doğal afet riskleri için risk azaltma eylemleri 4 amaç, 34 hedef, 454 eylem olarak kurgulandı. İstanbul’u etkileyen birincil tehlike deprem olduğundan plan kapsamında deprem riskine öncelik verildi. Gelinen aşamada, planın kurgusu gereği eylem ve hedefler güncellendi. Revizeyle birlikte, belirlenen eylem sayısı 454’ten 1305’e yükseldi” diye konuştu.
ETKİ ALANI
Coğrafi konumunun İstanbul’u Asya ile Avrupa arasındaki ulaşım modlarının merkezi yaptığının da altını çizen Prof. Dr. Didem Saloğlu Dertli, şöyle konuştu: “İstanbul kendi il sınırlarının yanı sıra komşu iller olan Tekirdağ ve Kocaeli il sınırlarının yer yer içine girmiş durumda. Bu nedenle, beklenen İstanbul depreminin yıkıcı etkisi sadece İstanbul ili ile sınırlı kalmayacak, yakın çevresini de önemli ölçüde etkileyecek. İstanbul ve yakın çevresi, Türkiye’nin mal ve hizmet üretiminde, finansman, eğitim, dış ticaret, ulaşım gibi alanlarda merkezi konumunda. Bu nedenle Türkiye ekonomisinin ve yakın coğrafyadaki komşu ülkelerin dış ticaret, lojistik, üretim, tedarik zinciri ve finansman sistemlerinin İstanbul’u etkileyecek bir depremden çok ciddi şekilde etkilenmesi kaçınılmaz olur.”
DEPREME HAZIR OLMADAN SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA OLMAZ
Depreme hazırlık konusu, İstanbul Ticaret Odası’nın şubat ayı Meclis Toplantısı’nda da gündeme geldi.
İTO Başkanı Şekib Avdagiç, iş dünyasının görüşlerini şöyle aktardı: “Neredeyse her an büyük bir deprem riskiyle karşı karşıya olan İstanbul’da, bütün yerel yöneticilerimiz deprem teyakkuzu içinde olmalı. İlçe belediye başkanlarından Büyükşehir Belediye Başkanına kadar her birinden beklentimiz budur. İstanbul’da yasal olarak belediye teşkilatının kurulduğu 1855 yılından beri belediyelerimiz, ‘belde halkını koruyup huzur ve sükûn içinde yaşatma’ göreviyle vazifelendirilmiştir. 2024 yılında da belediyelerimizden ve başkanlarımızdan aynı şeyi bekliyoruz.”
İstanbul’un depreme hazır olmasının, ülkenin ekonomik bekası için de son derece önemli olduğunu vurgulayan Avdagiç, şöyle devam etti: “Çünkü İstanbul, beklenen depreme hazırlıksız yakalanırsa, Türkiye’nin GSYH’sinin üçte biri enkaz altında kalacak. Ayrıca bir deprem ülkesi olan Türkiye’de depreme karşı hazırlıklı olmadan gerçek anlamda sürdürülebilir bir kalkınmanın mümkün olmayacağının altını bir kez daha çiziyorum.”
AFET BAKANLIĞI ÖNERİSİ
Afete müdahale çalışmalarının şimdiden planlanması gerektiğini belirten Prof. Dr. Didem Saloğlu Dertli, şu önerilerde de bulundu: “Bu planlama, AFAD’ın temsil ettiği merkezi yönetim, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere Marmara Bölgesi’ndeki tüm belediyeler, sivil toplum kuruluşları, özel sektör kuruluşları ve halkın yer alacağı gönüllü örgütlerini içerecek şekilde yapılmalı. Afete müdahalede etkili ve başarılı bir yönetim sisteminin birinci adımının AFAD’ın İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir genel müdürlük olmaktan çıkarılıp bir Afet Bakanlığı seviyesine çıkartılmasıdır. Bu bakanlık, afet durumunda diğer bakanlıkların birimlerini, personelini, örgütlerini, araç-gereçlerini doğrudan kendi emir-komuta ve kullanımına alma yetkisine sahip olmalı. Bu bakanlığın Türkiye sathındaki örgütlenmesi, illerde valiliklerin çatısı altında olmak yerine doğrudan bakanlığa bağlı bölge müdürlükleri şeklinde olmalı. Her bir bölge de maruz kalınması muhtemel afetlerin türlerine ve etki alanına göre belirlenmeli. Amaç, afetin etkileyebileceği tüm bölgeyi tek elden ve yerinden etkili ve başarılı şekilde yönetmek olmalı.”
ULAŞIM KORİDORLARI İÇİN YASAL DÜZENLEME GEREKLİ
Beklenen İstanbul depreminde en büyük problemin, ulaşım koridorlarının kapanması sonucunda ortaya çıkacak erişim problemi olacağına dikkat çeken Prof. Dr. Didem Saloğlu Dertli, şunları kaydetti: “İstanbul’un tarihi yarımada başta olmak üzere, eski yerleşim semtlerinde sokaklar çok dar, binalar eski ve depreme dayanımı zayıf, nüfus yoğunluğu çok fazla. Ticaret, sanayi ve yerleşim alanları birçok bölgede halen iç içe geçmiş durumda. Bu durum, bir deprem sonrası yaşanabilecek yangın, endüstriyel kaza, gaz ve sıvı sızıntısı gibi ikincil afetler konusunda da düşündürüyor. Sık binalar, yüksek binalar, deprem dayanımı düşük binalar nedeniyle büyük bir depremde yıkımın çok fazla olması beklenmekte olup depremin vereceği zararın sadece yıkılan binaların altında kalanların kaybıyla sınırlı kalmayacağı açık.
Yıkılan binalar nedeniyle şehrin hasar gören kesimlerine müdahale ekiplerinin girmeleri çok uzun zaman alacaktır. Bu gecikme de kayıpları ve hasarın şiddetini artıracaktır. Bu olası kayıpları engellemek için şimdiden afet durumunda kullanılacak ulaşım koridorlarının belirlenmesi, bu koridorları açacak ve açık tutacak yasal düzenlemelerin yapılması, gerekli personel ve makina parkının hazır edilmesi ve deprem başta olmak üzere afetten en az zarar görecek üs bölgelerinin belirlenip müdahale ekiplerinin bu alanlara konuşlandırılmaları gerekiyor.”