ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda imzalanan deklarasyonla Azerbaycan ile Ermenistan barış sürecinde kritik bir döneme girerken, Zengezur Koridoru’nun yeni statüsü bölgenin küresel jeopolitiğini yeniden şekillendirmeye aday. Türkiye, bu süreçte hem ekonomik hem de jeostratejik anlamda önemli bir rol üstlenebilir.
Küme Vakfı Güvenlik ve Strateji Masası'ndan Abdullah Kabaoğlu ve Ahmet Zahit Güney, Avrasya'daki değişen güç dengelerini ve Türkiye'nin bu süreçteki stratejik konumunu kaleme aldı.
ABD dış politika çevrelerinde odağın Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya, özellikle de Çin’i dengelemeye kaydırılması yönündeki çağrıların zirvede olduğu bir dönemde, ABD’nin Rusya ve İran gibi iki önemli rakibiyle gerilim ortaya çıkarma ihtimali barındıran bir girişimde bulunması ilk bakışta şaşırtıcı görünebilir. Ne var ki, Zengezur Koridoru’nun coğrafi önemi dikkate alındığında bu girişim, ABD’nin son 20 yılda Orta Doğu’da sürdürdüğü maceralardan belirgin şekilde ayrışmaktadır.
ABD İÇİN ORTA ASYA’YA AÇILAN KAPI: ZENGEZUR KORİDORU
Azerbaycan’ın zaferiyle sonuçlanan İkinci Dağlık Karabağ Savaşı ile 30 yılı aşkın süredir gergin seyreden Azerbaycan–Ermenistan ilişkilerinde yeni bir döneme girilerek iki ülke arasında barış müzakereleri başlamıştı. Müzakereler başlangıçta Rusya’nın arabuluculuğunda yürütülse de iki ülkenin Moskova ile ilişkilerindeki dalgalanmalar nedeniyle süreç zaman içinde önce Avrupa’ya ardından da ABD’ye kaydı. Nihayetinde 8 Ağustos’ta ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda Washington’da bir araya gelen Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, nihai barış anlaşmasının çerçevesini belirleyen ortak bir deklarasyona imza attılar. Ortak deklarasyonda yer alan en dikkat çekici adım ise Azerbaycan ile Nahçıvan’ı birbirine bağlayan Zengezur Koridoru’nun işletim haklarının 99 yıllığına ABD’ye devredilmesi oldu.
Zengezur Koridoru, Barents Denizi’nden Basra Körfezi’ne uzanan ve Avrasya kara kütlesini ortadan ikiye bölen 4 bin 500 kilometrelik hattın, Rusya ve İran’ın kontrolü dışında kalan 300 kilometrelik tek açığında yer almaktadır. Bu açıklık, ABD merkezli Batı ekonomik sistemi için Orta Asya’ya açılan kapı rolü üstlenebilecek alternatifsiz tek karayolu niteliğindedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan bu potansiyel, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) gibi birkaç istisna dışında, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki siyasi gerilimler ve buna bağlı ekonomik belirsizlikler nedeniyle hayata geçirilememiştir. Ancak İkinci Dağlık Karabağ Savaşı sonrasında şekillenen yeni konjonktür, bu riskleri büyük ölçüde ortadan kaldırmış ve bölgenin gelişmiş Batı ekonomileriyle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında bir köprü işlevi görebilmesi için uygun koşullar meydana getirmiştir. Bu vechesiyle, ABD makamlarınca “Trump Uluslararası Barış ve Refah Yolu” adıyla sunulan girişim, bu medyatik sunumun ardındaki son derece somut bir reelpolitik ajandaya dayanmaktadır.
ORTA ASYA’DAKİ JEOPOLİTİK DENGELER
Yakın dönemde Orta Asya’daki jeopolitik dengelerde yaşanan gelişmeler, Batı dünyasının bölgeye yönelik artan ilgisini daha da pekiştirmiştir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ağır siyasi ve ekonomik maliyeti, Rusya’nın bölgede sahip olduğu geleneksel nüfuzunda ciddi çatlaklar oluşmasına sebep olmuştur. Bu süreçte başta Kazakistan olmak üzere bölge devletlerinin Batı ile Rusya arasında daha dengeli bir dış politika izlemeye başlaması ve Avrupa Birliği’nin (AB) diplomatik girişimlerinin bölge ülkeleri nezdinde giderek daha olumlu karşılık bulması dikkat çekicidir. Ermenistan’ın 2024’te Rusya’nın liderlik ettiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün (KGAÖ-CSTO) anlaşmasını askıya alması ve aynı yılın Aralık ayından itibaren Azerbaycan ile Rusya arasında derinleşen diplomatik kriz ile bu trend güçlenerek devam etmektedir.
Buna paralel olarak, Çin’in bölgede her geçen gün artan ekonomik etkinliği Orta Asya Türk Cumhuriyetleri için Rusya’nın bölgede kaybolan hami rolünü ikame edebilecek bir alternatif oluşturması bakımından önemlidir. Üstelik Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” inisiyatifi kapsamında Avrupa’ya uzanan kritik altyapı projelerinin bu bölgede yoğunlaşması, Çin’in Rusya’dan boşalan alanı doldurmasını daha da kolaylaştırabilir. Bu durum, ABD ve Batılı müttefiklerini küresel rekabet bağlamında Orta Asya’yı Çin’in nüfuzuna bırakmamak için bölgede daha proaktif bir dış politika benimsemeye zorlamaktadır. Son anlaşmayla işletim hakları Amerikan şirketlerine devredilen Zengezur Koridoru da bu strateji doğrultusunda Batı’nın Orta Asya’ya uzanan ileri karakolu işlevi görebilir.
TÜRKİYE İÇİN ÇOK YÖNLÜ VE İSTİKRARLI BİR DİPLOMASİ SÜRECİ
Batı dünyasının Orta Asya’ya yönelik bu tazelenen ilgisi, Türkiye’nin uzun zamandır arzuladığı Türki Cumhuriyetlerle ilişkilerini geliştirmek adına önemli bir fırsat penceresi açmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Türk dış politikasında öncelikli bir hedef haline gelen bu ülkelerle ilişkiler, günümüzde istenilen düzeyin oldukça gerisindedir. Bunun başlıca nedeni, Rusya ve İran’ın bölgedeki baskın etkisidir. Bu iki aktör geçmişte, bölge ülkelerinin küresel ekonomiyle entegrasyonu için Türkiye merkezli Orta Koridor yerine kendi topraklarından geçen Kuzey ve Güney koridorlarını kullanmalarını sağlamak ve Ankara'nın aksi yönde girişimlerini boşa çıkarmak amacıyla aktif bir diplomasi yürütmüştür. Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı ve 12 Gün Savaşı’nın bu iki ülke üzerindeki yıpratıcı sonuçları, Zengezur Koridoru’nun açılmasına imkan tanıyarak Türkiye’ye Orta Asya’ya uzanan etkin bir rota kazandırmıştır.
Anlaşma kapsamında koridorun işletme hakkının ABD’li şirketlere devredilmesi, Rusya ve İran’ın önümüzdeki dönemde yeniden güç kazanarak yürütebileceği yıkıcı girişimlere karşı Türkiye lehine önemli bir denge unsurunu stratejik denkleme dahil etmektedir. Böylece, Rusya ve İran’ın tehdidinden arındırılmış kesintisiz bir kara bağlantısının getirmiş olduğu istikrar sayesinde Türkiye, hem Orta Asya pazarlarındaki etkinliğini artırarak ciddi ekonomik kazançlar elde edebilir hem de bölgedeki enerji zengini ülkelerin Batı’ya erişimine aracılık ederek küresel enerji merkezi olma hedefine yönelik önemli adımlar atabilir. Ayrıca bu maddi kazanımların ötesinde bu süreç Türkiye’ye Türki Cumhuriyetler ile uzun süredir arzuladığı sosyal ve ekonomik entegrasyon imkanını geçmişte hiç olmadığı kadar genişletme fırsatı sunmaktadır.
Tüm bu pozitif sinyallere rağmen, sürecin Türkiye perspektifinden risk ve tehditlerden tamamen arı olduğunu söylemek güçtür. Her ne kadar ABD açısından Zengezur Koridoru ve Türki Cumhuriyetlerde etkinlik sahasını genişletmenin somut stratejik gerekçeleri olsa da, özellikle ABD’nin iç siyasetinde yaşanan çalkantılar ve yaşadığı ciddi kurumsal erozyon göz önünde bulundurulduğunda, bu yöndeki adımların ne kadar devamlılık arz edeceği büyük bir soru işaretidir. Böylesi büyük bir belirsizliğin gölgesinde Türkiye’nin Orta Asya ülkeleriyle işbirliği geliştirme çabaları kaçınılmaz bir şekilde sekteye uğrayabilir.
Diğer yandan, ABD ve AB gibi başat aktörler, iç siyasetlerinde etkili olan bazı unsurların nüfuzu nedeniyle Türkiye’yi Batı-Orta Asya entegrasyonunun dışında bırakmaya çalışabilir. Türkiye’nin sahip olduğu önemli coğrafi avantaj bu ihtimali zayıflatsa da ABD’de İsrail lobisi ile AB’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) öncülük ettiği unsurlar, bölgeler arası entegrasyondan Türkiye’nin alacağı payı mümkün olduğunca küçültmek için çabalayabilir. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi halinde Zengezur Koridoru, Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan kapısı olmaktan çıkıp Türkiye ile Orta Asya arasında Batı tarafından örülen bir duvara dönüşebilir. Bu küçük fakat tehlikeli ihtimali izale etmek için Türkiye’nin sürecin her aşamasında etkin ve kararlı bir diplomasiyle Batılı aktörlere vazgeçilmezliğini göstermesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, Zengezur Koridoru’nun yeni statüsü Türkiye’ye 30 yılı aşkın süredir beklediği bir fırsat sunmaktadır ancak bu fırsatın hayata geçirilmesi yalnızca proaktif, çok yönlü ve istikrarlı bir diplomasiyle mümkün olacaktır.