HÜSEYİN ÖZTÜRK


 

Ticaretin en önemli denge unsurlarından biri, alırken ve satarken sorumluluk sahibi olmaktır. Sorumluluk, vicdan ile kesemiz arasındaki dengenin adıdır.

 

Bu dengede küçük bir arıza, iki tarafa da zarar verebilir ve telafisi mümkün olmayan bedeller ödetebilir. Ticari başarısızlıklar böyle gerçek hikâyelerle doludur.

 

Anlık kazanç hırsı, kişinin biraz sonra neler yaşayacağını bilmediği kayıplara sebep olabilir. İnsanoğlu; duygu, düşünce ve eylemleriyle bir bütün halinde yaşar. Bu özellikler, kişinin her anında canlılığını ve hareketliliğini korur.

 

Anlık kazanç hırsı, aynı zamanda anlık öfke hırsı da demektir. Ünlü atasözümüzde; “Öfkeyle kalkan zararla oturur” denilir. İşte anlık kazanma hırsı da bir nevi öfkenin ikizidir. Yanlışta ısrar ederek kendi gerçeğimizden kaçıp, kendimizle yüzleşmek yerine, başkalarının bilmediği açıklarımızın ortaya çıkması endişesiyle anı kurtarmaya çalışıyor olabiliriz.

 

Bu hal mutsuzluk, huzursuzluk, güvensizlik gibi negatif enerjiler yükleyerek, bizi maddi manevi zararlara uğratıp, zayıf kimseler haline getirerek, güçlü kimselere sığınma, onlardan yararlanma, medet umma noktasına getirebilir.

 

Böyle bir zayıf donanımla hangi işi yaparsak yapalım, insanları aldatmayı, kandırmayı ve o anı kazanca çevirmeyi kendimize bir hak olarak görmek gibi bir yanlışa düşebiliriz.

 

*           *           *

            

Oysa hangi yaşta, tecrübede, eğitim ve ekonomik seviyede olursak olalım, kendimiz olmayı başarabildiğimiz sürece geç veya erken kazançlı çıkacağımız muhakkaktır.

 

Kendileri olmayı başaran insanların özellikleri; düşünce, duygu ve davranışlarının sorumluluğunu bilmeleri ve sahiplenmeleridir.

 

İnanmadığımız ve sahiplenemediğimiz duygu, düşünce ve davranışlar, bizi başkalarına karşı yabancılaştırır ve bunun farkına ancak kayıplara uğradığımız zaman varabiliriz.

 

İşimize, aşımıza ve evimize karşı sorumluluk her zaman kârlı bir kazançtır. Bu kârın temelinde; güven, paylaşma, dayanışma vefa yatar. Tabii bu özellikleri korumanın ve işler halde tutmanın yolu da mutlaka saygıyla örülmüş ciddi bir disiplin gerektirir.

 

Güvenin egemen olmadığı iş ortamında işbirliği yapmak zordur. İşbirliği olmayınca da ne kârın ne kazancın ne de kayıpların sebepleri anlaşılmaz ve bir çıkmaz sokak hali yaşanır.

 

Güven; aile, sosyal ve iş hayatında her türlü münasebetin temelini oluşturur. Bu temel sarsıldığında, güven eksikliği mutsuz bir hayat, verimsiz bir iş ortamı meydana getirir. Düzelebilmek ve düzeltebilmek için ise güven duygusunu sarsılmaz hale getirmek şarttır.

 

*           *           *

 

Hayatımızın bütününde yahut alışverişlerde bir insana iyiliğimiz dokunduğunda, karşılığında iyilik buluruz. En azından psikolojik rahatlık yaşarız.

 

Hep söylenir ya; ‘çağımız hız ve haz çağı’ diye. Maalesef, öyle bir devirdeyiz ve bu devir, hayat hızımızı da hazzımızı da başkalaştırıyor. Oturup düşünmeye ve muhasebeye bile fırsat verilmez hale geliniyor ve stresle baş başa kalınıyor.

 

Peki, bu hale gelindi diye çaresiz miyiz? Elbet hayır!

 

Hakikaten tanıdık veya tanımadık insanlar tarafından sevilmek, saygı görmek ve güvenilir birey olmak istiyorsak, önce biz bu kuralları karşımızdakilere göstermeliyiz. Denediğimizde görülecektir ki, -belki bir iki kez aldanırız ama- mutlaka kazanacağızdır.

İlk adımı biz atmadan, karşıdan beklememeliyiz. Selam vermeden alınmaz.

 

*           *           *

 

Bu manada yazıyı şu iki sual ile tamam edelim:

 

-İşinde, evinde, yaşadığı şehirde, mahallesinde sorumluluk sahibi kimseler, zararlı birtakım işlere tevessül edebilirler mi?

 

-Sorumluluk sahibi bir kimse, sırf biraz daha fazla kazanayım diye velinimeti sayılan müşteriyi aldatabilir mi?

Derler ki: “İnsanoğlu başıboş yaratılmamıştır.”

14 Ekim 2024 Pazartesi